63
– AKIP GEÇTİ YILLAR…
Şu anda düşündüklerimi ifade edebilmek için tasarladığım kelimeyi
bulup da cümlenin içindeki yerine tam oturttuğumda onarım hevesimi tatmin etmiş
oluyor ve onlarca yıl evvel kırık bir eşyayı tamir etmek için Ada evimizin
bahçesinde dedemle geçirdiğim mesut günleri anımsamanın mutluluğuna erişiyorum.
Bunları yazarken de, seyrettiğim bir filmi, aklıma gelen bir
fikri, yaşadığım bir olayı çocukken, anne, baba veya kardeşlerimden birine anlatabilmek
niyetiyle hafızama ne denli sağlam yerleştirdiğimi fark ediyorum. Her şey, birbirimize
anlatılırdı. Buna vaktimiz yoksa bile başka bir iş yaparken durmadan
konuşurduk. Yaşanan olayları nakletmek günlük programımızın içindeydi ve bir
alışkanlık haline gelmişti. Dolayısıyla her şeyi ayrıntılarıyla anlatabilmemiz
için her an, her olayı ilgiyle izlemek gereği vardı ve mecburen gözlemci olmuştuk.
Her gördüğümüzü, her düşündüğümüzü teferruatıyla bellemek yaşam şeklimizdi. ‘Bu
beni ilgilendirmez’ diye bir düşünce ileri süremezdik büyüklerimize.
Gençken yaşanan bunca olayın ne denli koyu mürekkeple beynimize
kaydedilmiş olduğunu, buna karşılık son günlerde yaşananların ne denli çabuk
unutulduğunu da fark ediyorum. Mürekkebimiz zamanla sulanıyor. Değişim
mukadderdir.
Seksen iki yıl hem çok uzun, hem de dün gibi geliyor insana.
Şüphesiz ki, Büyükada her zamanki Büyükada’dır. Yağan yağmur zerreleri aynı
Marmara Denizi’nden buharlaşıp aynı Marmara’ya dönen sudur. Fakat bazılarımız
her şeyi farklı görüyor, farklı algılıyor, farklı anlıyor ve isyan ediyor.
Ben ve bazı yaşıtlarım, yirmi birinci asra intibak edemeyip
yanılıyor olabiliriz. Belki de İspanyolların deyimiyle, ‘Los jovenes se mantenen de suenyos,
los viejos de sus recuerdos’ (Gençler hülyalarıyla, yaşlılar hatıralarıyla
beslenir) etkisinden...
Babam, yaşamının son senelerinde, kışın bitmesiyle Ada’ya
tekrar geldiğinde, Mehmetçik Sokağı’nı ağır ağır çıkarken, ‘yoruldum’
diyeceğine, acı bir gülümsemeyle, Adalar Belediyesi’nin yolun eğimini her yıl
biraz daha dikleştirdiğinden yakınırdı. Bu yıl ben de yokuşu çıkarken fark
ettim; evime yaklaştıkça Çankaya Meydanı uzaklarda görünmeye başladı.
Tahminimce, benimle yaşıt olan kişilerin, ataları, dedeleri Ankara’nın,
Trakya’nın, Çanakkale’nin, Gürcistan’ın, o zaman kırsal olan yörelerinde doğup
büyüdükleri için Büyükada’da buldukları doğal atmosferdeki radyosuz, telefonsuz,
susuz, bazı geceleri de elektrik kesintisinden dolayı mum ışığı veya petrol
lambasıyla aydınlanan evlerdeki kalabalık ailelere özgü yaşam şeklini hasret ve
özentiyle benimsediler, sevdiler, o devri zevkle yaşadılar ve bize de yaşattılar.
Çünkü horozun ötüşü, merkep-katır kokusu, toz-topraklı
sokaklar, küçük yaşta oldukları günlerin dertsiz, mesuliyetsiz, ana baba
himayesindeki huzurlu yaşamını hatırlatıyordu onlara.
Şansım odur ki, Büyükada’nın köy hayatını, ben de küçüklüğümde
doya doya tattıktan sonra şehirli basamağına çıktım. Ne yazık ki bugün, kentlerde
doğan yeni neslin insanı, gönüllerimizde saklı kalan, nineler, dedeler, çoluk çocukla
aynı soyun insanları arasında tek bir binanın çatısı altında doğup büyümenin ve
Ulu Yaradan’ın yarattıklarıyla iç içe yaşamanın tadını hiçbir zaman bilemeyecekler
artık.
Bunları anlatmama ve bana o mesut günlerimi tekrar yaşatmama
fırsat verenlere sonsuz teşekkürler.
Viktor Albukrek, Mart 2013
KİŞİLER
HAKKINDA
Mister Gogo: Esas adı Agop’tur. Törenlerde şık
olmak için çok uzun kollu ceketler giyen ve kırmızı bir fular takan esmer, çok
kısa boylu. Her işe burnunu sokar; her resmi törende, herhangi bir dinî bayramda
ön saflarda yer alır; esas mesleği ayakkabı boyacılığı ile hasta ve yaşlıların sedyelerinin ve tahtırevanlarının taşıyıcılığı. Bir Ada evinden aldığı yatalak
kişiyi, hızlı adımlarla Kurtuluş veya Şişli’deki evine koşa koşa, bir nefeste taşırdı.
Doktor Çat: Çok titiz, şık, beyaz, ütülü giysiler
giyen, tıp doktoru. Selamlaşmak isteyen kişilerin mikrop kapmamaları için el
sıkmadan, uzaktan sağ el şakakta “çat” diyerek selama alıştırmak için anlamsızca
uğraşırdı. Çoluk çocuk onun yolunu kesip “Çat Doktor bey” diyerek peşine
takılırdı.
Patatesçi Yorgo Onbaşı: Aksi suratlı
patatesçi. Cephesi uzun ve açık dükkânında, bir kuyumcu titizliğiyle memleketin
değişik yörelerinden getirttiği çeşitli patatesleri özenle dizer, malı seçmek
için patatesine dokunan müşterilerin ellerine vurur, dükkânından kovar ve
onlara katiyen mal satmazdı
Hazan Eskenazi: Yıllarca Büyükada sinagogunda hazanlık (müezzinlik gibi) yaptı ve Ada
çocuklarını Bar Mitzva’ya (on üç yaşa
geçiş töreni) hazırladı. Sesi çok güzeldi ve çok güzel makam okurdu.
Salamon Bahar: Babamın ablasının kocası. Bir haham
kadar saygıdeğerdi. Vedat Anavi’nin büyükbabasının babası, İrvin Mandel ’in
büyükannesinin büyükbabası.
Sinyor Perahya: Haydarpaşalı, bilge adam, amatör din
eğitimcisi, Fenerbahçeli Aldo Perahya’nın babasının büyükbabası veya büyük
amcası idi. Arzu edene, seve seve Tora (Tevrat)
dersi verirdi.
Makaracı Nesim: Esmer, ufak tefek boyu ile devamlı
hareketli, manifatura ve iplik satıcısı. Muhtemel başka yerden Adamıza
geliyordu. Yanları çekmeceli iki siyah çantasıyla devamlı koşardı.
Kiryo Haralambos: Kullanılmış eski eşya ve giysilere
karşılık, mandal veya saçtan leğenler verirdi.
Heybelili Avramaçi: Heybeliada’da pişirdiği unlu mamullerinin
lezzet reklamını “Bulema Kaymak” diye
bağırarak yapan, koluna astığı teneke çerçeveli camlı bir kutuda, boreka (hamurdan küçük börek), bulema (yufkadan sarma börek), çörek vs.
satan beyaz önlük giyen seyyar börekçi.
Prof. Moiz
Franko: Selanikliydi. Beyoğlu Kefeli Han’da
oturur, belli günlerde adalara piyano dersi vermeye gelirdi. Çok güzel hikâye
anlatır, çocukları sevindirirdi. Birçok talebe yetiştirdi. Orkestra şefimiz Cem
Mansur’un da piyano hocasıydı. Kardeşi Vitali Franko ise ,
matematik öğretmeniydi.
Prof. Yetvart Margossian: Pangaltı’da
otururdu. O da belli günlerde adalara keman dersi vermeye gelirdi. 20 Sınıf Askerlik’te,
kuzenim Yaşar Paker’le tanışmış, onun sayesinde Yahudi çevresinden de, Ermeni
çevresinden olduğu kadar talebeleri olmuştu. Şehir Orkestrası’nda keman ve viyola
çalardı.
Prof. Rozental: Mlle. Alice Rozental’ın Ada’da oturup
oturmadığını hatırlamıyorum. İhtimal o da ders vermeye gelirdi. Sarışın, soluk
benizli, 40 yaşlarında idi ve evlenmemişti. Prof. Alice Rozental’ın herhalde,
kıymetli bir eğitmenlik diploması vardı ki, İstanbul Konservatuvarı’nda, Ferdi
Ştatzer, Ren Gelenbevi, Ali Sezin gibi zamanın değerli hocalarının yanında,
resmî öğretim görevlisi idi. Konservatuvarda sözü geçer, talebeleri ondan çok
korkardı. Dünya operalarına Leyla Gencer, tiyatro camiasına Gülriz
Sururi gibi çok değerli elemanlar yetiştirdi. Mlle Alice Rozental,
tahminimce İstanbullu değildi.
Pepo Sason: Eminönü’nde esans ve kolonya ticareti
yapan, annemin çok sempatik kuzeni.
Sokrat Usta: Sokrat Puridis, çok kabiliyetli,
yüzünde çiçek hastalığı izleri olan ciddi ve iyi bir teknisyendi. Vefatından
sonra oğullarından Niko Puridis, Büyükada’da aynı işe devam etmektedir.
Kiryo Niyarkos: İmbrozada’lı. Evlere ve lokantalara
yardımcı temin eden aracı, simsar.
Façyo ve Ligor: İtalyan asıllı bu iki kardeşten Façyo,
Ada’nın en lüks lokantasını işletirken, kardeşi Ligor, orijinal tek atlı
arabası ile İsa Tepesi’ne erzakını taşır ve orada, çalgılı, laternalı bir kır
gazinosu işletirdi. Façyo adı marka oldu ve ismi halen kullanılmaktadır.
Vivian Yafe: İzmirli üç çocuklu komşumuzun kızı, Hayim Mitrani ile
evlidir. Halen görüştüğümüz Vivian, bir zamanlar büyük babamın binasına bitişik
diğer komşumuzdu.
Viktor Bronşytayn: İş adamı, sürat teknesi sahibi idi.
Mario Benmayor: Bir zamanlar yedek parça işinde benimle
ortaklık yapan iş adamı.
Rafael Püller: Tahtakale’de, kasık korseleri ticareti
yapan, kültürlü bir İstanbul beyefendisi.
Gentille Arditi Püller: Fransızca olarak,
“Minarelerin Gölgesinde” ve “Marmara’dan Esintiler” gibi İstanbul şehrinin
romantizmini anlatan romanların yazarı. Rafael Püller’in eşi.
Orhan Brand: Yörükali’nin vadisinde geniş bir
arazideki köşkün sahibi, pul koleksiyoncusu. Klasik ve güçlü bir Alman yapısı
olan çatana tipi MÖWE teknesinin sahibi. Almanya fahri konsolosu.
Sarhoş İbrahim: Yörükali koyunda avladığı balıkları
satar, akşamları bolca rakı içer ve sandallara bekçilik yapardı.
Rıfat Rudi Behar: Benim gibi kızıl saçlı idi. Liseyi
beraber bitirdik, sonraları da dostluğumuz sürdü. Grundig fabrikasında
müdürken, küçük kardeşim Yılmaz’ı stajyer olarak yanına almıştı.
Avni Girgin: Kum çimento tüccarı idi. Uzun yıllar Yörükali
plaj ve tesislerinin patronluğunu yaptı. Yaz kış, elinde evrak çantası ve
kışlık elbisesi ile plajında dolaşır, tesisleri kontrol ederdi.
Seyr-ü Sefain Bey: Esas adı Zeki idi. Deniz ehliyeti ve teknelerin
fenni muayene cüzdanlarını sorar, teknenin cinsine göre içinde bulunması
gereken malzemeyi teftiş ederdi.
Mıgırdıç Bey: Şimdiki Prens Oteli’nin bulunduğu,
denize dik inen arazide, selvi ağaçları arasındaki teraslarda, caz ve Latin
müziği eşliğinde dans edilen Florida isimli bahçenin ve Mehtap sinemasının
sahibi idi. O zaman, sahilde, şimdiki rıhtım dolgusu olmadığından, deniz yolu
ile diğer adalardan ve karşı sahillerden gelen gençler, teknelerini oradaki
derme çatma iskelesine bağlar, direkt Florida bahçesine dansa gelirlerdi.
Yekta Isıtan ve eşi Selime:
Aynı zamanda, Harbiye Valikonağı Caddesi’ndeki Yekta lokalinin de sahibiydiler.
Burası, Büyükada’daki kadar büyük olmasa da, seçkin kişilere hitap eder.
Sahipleri vefat etmiş olmalarına rağmen, Yekta Lokantası, bugün halen Harbiye’de
hizmet vermektedir.
Ali Pasiner: Ada’nın sükseli delikanlılardandı. Dekoratör
ve Grafiker olarak uzman olmuştu.
Davit Gormezano: Adalı, bizim gibi kalabalık bir
aileden.
Onnik Anbarcıyan: Komşumuz İstepan’ın oğlu. Rüzgârlı ve
sert havaları severdi. Yıllarca beraber denize açılırdık.
Lofet ve Horoz: Splendid Oteli’nin karşısındaki teras,
şimdiki Kahve Dünyası. Eskiden, direkler üzerindeki bu terasın altı deniz idi.
Altındaki sahil ile yanındaki Kalipso Otel’in sahili, üç kayıkçı: Lofet, Horoz,
ve İdris tarafından paylaşılmıştı ve kayıkhane olarak kullanılırdı. Horoz,
sonraları Kumsal’a, Askerlik Şubesi önündeki sahile taşındı.
Ne dediler:
Yazınızın her satırında "Ada’nın size
verdikleri"ni duyumsadım. 1931'den bugüne Ada’nın tedrisatından geçmek ne
büyük bir şans ve kazanım! Sizin gibi dostlarda başta doğa sevgisi olmak üzere
kendini hemen belli ediyor bu ayrıcalık...
Emine Çiğdem Tugay - Arkeolog-Yazar
Yazılarınızı büyük bir merak, dikkat ve
sevinçle izliyorum. Bizimle hem geçmişteki Ada yaşantınızdaki o güzelim günleri
hem yenilerde yazdığınız anılarınızı paylaştığınız için çok teşekkür
ederim.
Handan Altıneller
Yazılarınızı büyük dikkat ve keyifle okudum
Sağ olun var olun.
Haluk
Direskeneli
Bilgi-yaşanmışlık-görgü!
Sizin adaların kıdemli bir üyesi olarak gelecek nesillere tüm bu yaşanmış
deneyimlerinizi o tatlı dilinizle aktarmanızı ve bunu
kalıcı bir şekilde yapmanızı canı gönülden diliyorum.
Op.Dr.Baki
Çokneşeli
Ada'nın eski ve unutulamayacak günlerinden bugüne intikal
eden serüvenini çok anlamlı ve veciz bir biçimde nakletmişsiniz. Bu
Hatıralarınız büyük ehemmiyet taşıyor. Tasvir kabiliyetinizi tebrik ederek,
saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Yaşadığınız zamanı anlatan güncenizi büyük bir zevkle okudum. Kimi
yerlerde ben de çocukluk ve gençlik yıllarıma gittim. Kısaca, yazdıklarınızın
hepsi birbirinden anlamlı, güzel ve birbirini tamamlayan konular. Bunlar
aralarında hiç birini ayırmadan, tümünü de beğendiğimi bilmenizi isterim.
Ahmet Tanrıverdi Araştırmacı
yazar
Güzel
üslup ve akıcı Türkçe ile yazılmış hatıralarını büyük bir zevkle okudum.
Bilmediğim birçok Musevi adetlerini de öğrendim.
M.Bedri
Pekkip
Ellerinize, gönlünüze sağlık. Anılarınızdaki Büyükada'yı
bizimle paylaştığınız için eşim ve ben teşekkür ederiz. İçimiz hüzün ve
mutlulukla doldu. Satırlarınızı okurken bir belgesel filmin içinde bulduk adeta
kendimizi.
Avukat Emre Saka
Öncelikle adadaki yaşamınızı
kaleme alarak, tarihe bıraktıklarınız ve bırakacaklarınız çok
kıymetli. Hafızanıza sağlık.
Eda
Yiğit MüzeYönetici Asistanı
Bu yazdığınız çok güzel. Hem nostaljik hem de bir donemin
yaşamını çok güzel tasvir eden bir yazı.
Metin Delevi -
Araştırmacı yazar
Zevkle okudum, haz
duydum, neşelendim, bazen de dünle bugünü karşılaştırıp üzüldüm. Tebrikler,
eline sağlık.
Naim Güleryüz - Müze Kuratörü, Araştırmacı Yazar
Yaşadığınız zamanı
anlatan güncenizi büyük bir zevkle okudum. Kimi yerlerde ben de çocukluk ve
gençlik yıllarıma gittim
Ahmet Tanrıverdi Araştırmacı
yazar
