20 Aralık 2013 Cuma

53 – SERDE DELİKANLILIK VAR

Delikanlılık dönemimde, kızlı, erkekli kalabalık gruplar halinde sokakta gezinirken genellikle yüksek sesle konuşurduk. Geceleri, açık pencereyle uyumakta olan Ada sakinleriyse bundan rahatsız olur, bizi ikaz ederlerdi. Öfkelerini ana lisanlarıyla dile getirdiklerinde, pencereden savurdukları argo kelimeler sayesinde bilgimiz artıyor, yeni bir lisan öğrenme arzumuz kabarıyordu. Bu sayede birçok yabancı kelime öğrenmiştik.

Uykularından ettiğimiz mağdurlara, iyi niyetimizi göstermek için çok defa grubumuzu, sokağın başka bir köşesine kaydırırdık. Bu sefer de başka bir evden değişik bir lisanda azar işittiğimizde kültür hazinemiz zenginleşerek büyüyor, gün geçtikçe poliglot (çok lisan bilen) oluyorduk.

Akşamları kız arkadaşımıza evinin kapısına kadar refakat etmek, centilmenlikti. Genelde tam ayrılırken de kapı eşiğinde yeni bir mevzu açılır, konuşmalar uzadıkça uzar, ayrılma zamanı unutulurdu.

Çarkıfelek Sokağı’nda oturan ve bizi işitmekten sıkılan uykusu hafif bir vatandaş, ateşimizi söndürmek için olacak ki, zaman mefhumunu unuttuğumuz bir gece, balkonundan aşağıya, başımıza döktüğü bir kova dolusu suyla yeni bir günün başlamakta olduğunu hatırlatmıştı bize.

Uzun müddet Çarkıfelek Sokağı’na uğramadım ve bugün halen yediğim o duşu anımsadıkça, adamın döktüğü suyun musluk suyu olduğuna şükrediyorum.

Ada’da gezdiğimiz hanım evlatlarının çoğu, Fransız Rahibe okullarında terbiye görmüş, hislerini açıklamaktan utanan cici kızlardı. Bir gün, arkadaşım Davit, Beyrut’tan kaçıp İstanbul’a sığınan Yahudi ailelerden çok zarif ve güzel kuzinini grubumuza tanıştırmıştı. Güzel kuzini, gezilerimize katılmaya başlamıştı ki, bir akşam, Davit benimle kavgaya tutuştu. Meğer kuziniyle, Yekta’da cheek to cheek (yanak yanağa) dans etmişim. Bir zamanlar küçük Paris diye adlandırılan modern Beyrut’ta herhalde bu olağandı. Halbuki burada, bir erkek bir kızla uzun bir müddet görüştükten sonra dahi ‘cheek to cheek’ şeklinde dans ettiğinde ayıplanırdı. “Kız yanaştı, ne yapayım,” dedim. Kapıştık. Tam benim ‘birram de ruvyo’ (kızıl kızgınlığım) patlamak üzereydi ki, araya girenler dövüşmemize engel oldu.

Davit’le halen görüşürüz. Güzel kuzini ise bu olaydan birkaç gün sonra, ailesiyle birlikte Avrupa’nın bir şehrine yerleşmek üzere gözden kaybolmuştu.

Grubumuza yeni ve güzel kızlar katılınca, genelde bizi selamlamaya dahi tenezzül etmeyen adamızın pişkin delikanlıları bizlerle derhal arkadaşlık kurmaya girişirdi. Ulu orta sulu esprilerle veya sataşarak bizimkilere asıldıklarında, bu gözü doymaz kişileri, kız arkadaşlarımıza, “bunlar baba” (kart adam) veya “bob stil” (özenmiş züppe) veya “domestik avcısı” (hizmetçilere dadanan) olarak tanıştırırdık.

Faaliyet sahamızda avlanmak için aramıza sızmak isteyenleri, tilki-kurt misali çevremizden uzaklaştırmak uğruna amansız bir mücadele verirdik.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder