Delikanlılık dönemimde, kızlı, erkekli kalabalık gruplar halinde
sokakta gezinirken genellikle yüksek sesle konuşurduk. Geceleri, açık pencereyle
uyumakta olan Ada sakinleriyse bundan rahatsız olur, bizi ikaz ederlerdi. Öfkelerini
ana lisanlarıyla dile getirdiklerinde, pencereden savurdukları argo kelimeler sayesinde
bilgimiz artıyor, yeni bir lisan öğrenme arzumuz kabarıyordu. Bu sayede birçok yabancı
kelime öğrenmiştik.
Uykularından ettiğimiz mağdurlara, iyi niyetimizi göstermek için
çok defa grubumuzu, sokağın başka bir köşesine kaydırırdık. Bu sefer de başka bir
evden değişik bir lisanda azar işittiğimizde kültür hazinemiz zenginleşerek
büyüyor, gün geçtikçe poliglot (çok lisan bilen) oluyorduk.
Akşamları kız arkadaşımıza evinin kapısına kadar refakat etmek,
centilmenlikti. Genelde tam ayrılırken de kapı eşiğinde yeni bir mevzu açılır, konuşmalar
uzadıkça uzar, ayrılma zamanı unutulurdu.
Çarkıfelek Sokağı’nda oturan ve bizi işitmekten sıkılan uykusu
hafif bir vatandaş, ateşimizi söndürmek için olacak ki, zaman mefhumunu unuttuğumuz
bir gece, balkonundan aşağıya, başımıza döktüğü bir kova dolusu suyla yeni bir günün
başlamakta olduğunu hatırlatmıştı bize.
Uzun müddet Çarkıfelek Sokağı’na uğramadım ve bugün halen yediğim
o duşu anımsadıkça, adamın döktüğü suyun musluk suyu olduğuna şükrediyorum.
Ada’da gezdiğimiz hanım evlatlarının çoğu, Fransız Rahibe okullarında
terbiye görmüş, hislerini açıklamaktan utanan cici kızlardı. Bir gün, arkadaşım
Davit, Beyrut’tan kaçıp İstanbul’a sığınan Yahudi ailelerden çok zarif ve güzel
kuzinini grubumuza tanıştırmıştı. Güzel kuzini, gezilerimize katılmaya başlamıştı
ki, bir akşam, Davit benimle kavgaya tutuştu. Meğer kuziniyle, Yekta’da cheek to cheek (yanak yanağa) dans etmişim. Bir zamanlar küçük Paris
diye adlandırılan modern Beyrut’ta herhalde bu olağandı. Halbuki burada, bir erkek
bir kızla uzun bir müddet görüştükten sonra dahi ‘cheek to cheek’ şeklinde dans
ettiğinde ayıplanırdı. “Kız yanaştı, ne yapayım,” dedim. Kapıştık. Tam benim ‘birram de ruvyo’ (kızıl kızgınlığım) patlamak
üzereydi ki, araya girenler dövüşmemize engel oldu.
Davit’le halen görüşürüz. Güzel kuzini ise bu olaydan birkaç
gün sonra, ailesiyle birlikte Avrupa’nın bir şehrine yerleşmek üzere gözden kaybolmuştu.
Grubumuza yeni ve güzel kızlar katılınca, genelde bizi selamlamaya
dahi tenezzül etmeyen adamızın pişkin delikanlıları bizlerle derhal arkadaşlık kurmaya
girişirdi. Ulu orta sulu esprilerle veya sataşarak bizimkilere asıldıklarında, bu
gözü doymaz kişileri, kız arkadaşlarımıza, “bunlar baba” (kart adam) veya “bob stil”
(özenmiş züppe) veya “domestik avcısı” (hizmetçilere dadanan) olarak tanıştırırdık.
Faaliyet sahamızda avlanmak için aramıza sızmak isteyenleri,
tilki-kurt misali çevremizden uzaklaştırmak uğruna amansız bir mücadele verirdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder