29 Kasım 2013 Cuma

45 – BİR GEMİ OLSAM BEN…




Çocuk yaşlarımdan gençlik yıllarıma kadar Büyükada’dan karşı Anadolu sahillerine baktığımda, Kartal-Pendik istikametinden Haliç’teki hallere devamlı mal taşıyan kocaman ahşap takaların seyrettiğini görürdüm. Bu şen Karadeniz tipi takalar, dumandan siyahlaşmış üçgen yelkenleriyle, İstanbul’un erzak ihtiyacını karşılardı.

Tahıl taşıdıkları zaman, etraflarında oluşan kuş sürüsü bulutunu seyre dalmak bir zevkti. Çoğu, çarpıcı renklere boyanmış bu yük tekneleri, yelkenleri inmiş vaziyette Cibali’den taa Sirkeci’ye kadar olan sahil kesiminde yan yana balık istifi gibi dizili şekilde dinlendiklerinde onları seyretmek, ayrı bir keyif verirdi insana.

O zamanlarda Şirket-i Hayriye gemileri hariç, adalar arası seyreden tüm yük ve yolcu tekneleri ahşaptandı. Bazıları kocaman iki, hatta üç çift kürekli olurdu. Profesyonel balıkçılarınki ise daha da uzun, üç hatta dört çift kürekli ve uçları yukarıya doğru ay şeklinde kıvrılarak sivrileşen Osmanlı İmparatorluğu devrinden kalma kadırgalar gibiydi. Süsleri ve çarpıcı renkleriyle müthiş albenileri vardı. Çoğu, Saray tekneleri gibi zarif desenlerle bezenmiş, su kesimine kadar olan gövdeleri, değişik renkteki paralel şeritler halinde boyanmış, geniş küpeştelerinde ‘kalem işi’ geometrik desenler veya kuş-balık resimleri oyulmuş, zevkle inşa edilen ve ince işçilik gerektiren sanat eseriydi.

Yakacık, Taşdelen, Hamidiye gibi memba suyu damacanaları ile tüm erzak ve inşaat malzemesi ‘Osmanlı piyade kayığı’ veya ‘pazar kayığı’ tabir edilen bu tür ay biçimdeki kürekli uzun ahşap teknelerle ya da yelkenli takalarla Adaya gelirdi.




Makine devri yaygınlaştığında denizde kervan usulü nakliyata başlanmıştı. Önde giden ve lokomotif vazifesini gören güçlü bir römorkör, uzun halatlarla kendisine bağlanmış ve simsiyah katranla kalafatlanmış değişik yüklerle dolu mavnaları çekerdi. Genelde bu mavnalar arka arkaya tek tek, bazen de yan yana çifter olarak diziliydi.

Römorkörler, buhar makinesiyle çalıştığından arkadaki eşya dolu teknelere kıvılcım sıçramaması için bacaları epey yüksek yapılırdı. Haliç köprülerinin altından geçebilmeleri içinse bu uzun bacalar bir tel yardımıyla arkaya doğru çekilip yatırılır, köprünün altından geçtikten sonra da dikleştirilirdi.

Adalar arası yolcu taşımacılığı ise, dolmuş usulüyle ve yine uçları yukarıya doğru kıvrık, ay şeklindeki iki çift kürekli Osmanlı tipi kayıklarla yapılırdı. Yolcunun kalabalık olduğu saatlerde, avcılığa ara veren bazı açıkgöz balıkçılar, teknelerini bu servise sokardı. Felaket balık kokan böyle bir tekne ile seyahat eden kişi, yolculuğu kısa sürse dahi evine vardığında her tarafı balık kokmaya devam ederdi.


Kokudan kurtulmak için teknenin küpeşte ve koltuklarından kaptığı ve elbisesine inatla yapışmış sedef gibi parlayan balık pullarını, üzerinden tek tek ayıklaması gerekirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder