Çocuk yaşlarımdan gençlik yıllarıma kadar Büyükada’dan karşı
Anadolu sahillerine baktığımda, Kartal-Pendik istikametinden Haliç’teki hallere
devamlı mal taşıyan kocaman ahşap takaların seyrettiğini görürdüm. Bu şen
Karadeniz tipi takalar, dumandan siyahlaşmış üçgen yelkenleriyle, İstanbul’un
erzak ihtiyacını karşılardı.
Tahıl taşıdıkları zaman, etraflarında oluşan kuş sürüsü
bulutunu seyre dalmak bir zevkti. Çoğu, çarpıcı renklere boyanmış bu yük
tekneleri, yelkenleri inmiş vaziyette Cibali’den taa Sirkeci’ye kadar olan
sahil kesiminde yan yana balık istifi gibi dizili şekilde dinlendiklerinde onları
seyretmek, ayrı bir keyif verirdi insana.
O zamanlarda Şirket-i Hayriye gemileri hariç, adalar arası
seyreden tüm yük ve yolcu tekneleri ahşaptandı. Bazıları kocaman iki, hatta üç
çift kürekli olurdu. Profesyonel balıkçılarınki ise daha da uzun, üç hatta dört
çift kürekli ve uçları yukarıya doğru ay şeklinde kıvrılarak sivrileşen Osmanlı
İmparatorluğu devrinden kalma kadırgalar gibiydi. Süsleri ve çarpıcı
renkleriyle müthiş albenileri vardı. Çoğu, Saray tekneleri gibi zarif
desenlerle bezenmiş, su kesimine kadar olan gövdeleri, değişik renkteki paralel
şeritler halinde boyanmış, geniş küpeştelerinde ‘kalem işi’ geometrik desenler
veya kuş-balık resimleri oyulmuş, zevkle inşa edilen ve ince işçilik gerektiren
sanat eseriydi.
Yakacık, Taşdelen, Hamidiye gibi memba suyu damacanaları ile
tüm erzak ve inşaat malzemesi ‘Osmanlı piyade kayığı’ veya ‘pazar kayığı’
tabir edilen bu tür ay biçimdeki kürekli uzun ahşap teknelerle ya da yelkenli
takalarla Adaya gelirdi.
Makine devri yaygınlaştığında denizde kervan usulü nakliyata
başlanmıştı. Önde giden ve lokomotif vazifesini gören güçlü bir römorkör, uzun halatlarla
kendisine bağlanmış ve simsiyah katranla kalafatlanmış değişik yüklerle dolu
mavnaları çekerdi. Genelde bu mavnalar arka arkaya tek tek, bazen de yan yana çifter
olarak diziliydi.
Römorkörler, buhar makinesiyle çalıştığından arkadaki eşya
dolu teknelere kıvılcım sıçramaması için bacaları epey yüksek yapılırdı. Haliç köprülerinin
altından geçebilmeleri içinse bu uzun bacalar bir tel yardımıyla arkaya doğru çekilip
yatırılır, köprünün altından geçtikten sonra da dikleştirilirdi.
Adalar arası yolcu taşımacılığı ise, dolmuş usulüyle ve yine
uçları yukarıya doğru kıvrık, ay şeklindeki iki çift kürekli Osmanlı tipi kayıklarla
yapılırdı. Yolcunun kalabalık olduğu saatlerde, avcılığa ara veren bazı açıkgöz
balıkçılar, teknelerini bu servise sokardı. Felaket balık kokan böyle bir tekne
ile seyahat eden kişi, yolculuğu kısa sürse dahi evine vardığında her tarafı
balık kokmaya devam ederdi.
Kokudan kurtulmak için teknenin küpeşte ve koltuklarından
kaptığı ve elbisesine inatla yapışmış sedef gibi parlayan balık pullarını,
üzerinden tek tek ayıklaması gerekirdi.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder