Ada’nın değişik yerlerinde, taksi durağına benzer eşek
kiralama noktaları vardı. Eşekçi esnafı, tanıdık müşterilerine, üzengi ayarı
yaptıktan sonra peşlerinden koşmaya gerek duymadan hayvanı emanet ederdi.
Mehtaplı gecelerde biz gençler, arkadaş grupları oluşturur
ve eşeğe bindiğimizde, her birimiz birer yaman süvari oluverirdik. Boynundaki
çanlarını şakırdatarak zıplar adımlarla koşuşan şen merkeplerin üzerinde
olduğumuzda, dünyaya yüksekten bakarken, insanları küçük görür, cengâver bir kumandan
edasıyla bağırmayı, nara atmayı, yüksek sesle şarkı söylemeyi şövalyeliğin
meziyetlerinden sanırdık.
Bu patırtı ve gürültümüzle ortalığı panayır havasına
çevirdiğimiz için şikâyet eden olmadığı gibi şamatayı duyan yerli halk memnun
ve mesut olurdu, çünkü eğlenen, şenlenen, kendi çocuklarıydı.
Evlerine yürüyerek gitmek istemeyen yorgun ‘çorbacıların’, faytondan daha ucuz olan
merkep sırtında yolculuk etme imkânları vardı. Hatta ertesi sabah vapura gitmek
için evinden alınacak müşterisine randevu veren eşekçilere bile rastlanırdı. Akıllı
merkepler, orta şeritteki asfaltta kaymamak ve güneşten kaçınmak için ve de bilhassa
kaldırım kenarında biriken gübreli funda toprağında biten otların cazibesine kapıldıkları
zaman, asfalt şeridin yanlarındaki toprak yola basarak gitmekten hoşlanırdı.
İşte o zaman, sırtında taşıdığı yolcunun kafası, çok kere kaldırım
kenarında bulunan akasya ağacının dalına küt diye çarpardı. Hayvan hiç umursamadan,
hatta yükünden hınç alırcasına, keyifle zıplayarak, boynundaki mavi nazar boncukları
arasında serpiştirilen küçük çanları ‘çin-çiç-çin’ şakırdatarak ve nallarının ‘glaga-gluga
glaga-gluga’ tatlı vuruş ritmini uydurarak, istifini bozmadan yoluna devam ederdi.
İşe gidip dönen insanların yoğun trafiğinin saatleri dışında,
bazı eşekçiler, merkeplerinin üzerindeki deriden mamul parlak semeri söker, yerine
sağa ve sola küfe asılacak kaba iş semerleri takardı. Küfelerine kum, taş, çakıl
yüklenen üç-beş hayvancık, konvoy halinde eşekçi nezaretinde bir-iki kere, bir kervan
düzeniyle malzeme deposundan inşaat alanına gidip geldikten sonra, başlarında kimse
olmadan dahi işlerine ciddiyetle devam ederdi. ‘Glaga gluga, glaga gluga, glaga
gluga’ tatlı nal sesleriyle her vardıkları teslimat yerinde, gelecek yeni bir emre
kadar, sessiz sedasız beklerdi bu uysal ve akıllı insan dostu yaratıklar.
Eşekler gibi tek tırnaklıların, Adamızın tur yolunda bol
bulunan koca yemiş yediklerinde, bu meyvenin usaresinde bulunan alkolden ötürü
sarhoş olup sağa sola yalpa vurdukları anlatılırdı. Aynı tesir altında kalan araba
beygirleri koca yemiş yemeleri halinde tehlike yaratabileceklerinden, meyvenin
olgun olduğu sonbahar günlerinde, arabacılarımız büyük tur yolunda mola
vermezdi.
Biz çocuklar ise, avuçlar dolusu koca yemişi yedikten sonra sarhoş
olmadan evvel amel olduğumuzdan, sonbahar günlerinin kaçınılmaz eğlencesi olan bu
koca yemiş sefamız, ertesi günkü okulu kaytarmak için geçerli bir sebep
sayılırdı.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder