27 Kasım 2013 Çarşamba

44 - YAMAN ŞÖVALYELER…



Ada’nın değişik yerlerinde, taksi durağına benzer eşek kiralama noktaları vardı. Eşekçi esnafı, tanıdık müşterilerine, üzengi ayarı yaptıktan sonra peşlerinden koşmaya gerek duymadan hayvanı emanet ederdi.

Mehtaplı gecelerde biz gençler, arkadaş grupları oluşturur ve eşeğe bindiğimizde, her birimiz birer yaman süvari oluverirdik. Boynundaki çanlarını şakırdatarak zıplar adımlarla koşuşan şen merkeplerin üzerinde olduğumuzda, dünyaya yüksekten bakarken, insanları küçük görür, cengâver bir kumandan edasıyla bağırmayı, nara atmayı, yüksek sesle şarkı söylemeyi şövalyeliğin meziyetlerinden sanırdık.

Bu patırtı ve gürültümüzle ortalığı panayır havasına çevirdiğimiz için şikâyet eden olmadığı gibi şamatayı duyan yerli halk memnun ve mesut olurdu, çünkü eğlenen, şenlenen, kendi çocuklarıydı.

Evlerine yürüyerek gitmek istemeyen yorgun ‘çorbacıların’, faytondan daha ucuz olan merkep sırtında yolculuk etme imkânları vardı. Hatta ertesi sabah vapura gitmek için evinden alınacak müşterisine randevu veren eşekçilere bile rastlanırdı. Akıllı merkepler, orta şeritteki asfaltta kaymamak ve güneşten kaçınmak için ve de bilhassa kaldırım kenarında biriken gübreli funda toprağında biten otların cazibesine kapıldıkları zaman, asfalt şeridin yanlarındaki toprak yola basarak gitmekten hoşlanırdı.

İşte o zaman, sırtında taşıdığı yolcunun kafası, çok kere kaldırım kenarında bulunan akasya ağacının dalına küt diye çarpardı. Hayvan hiç umursamadan, hatta yükünden hınç alırcasına, keyifle zıplayarak, boynundaki mavi nazar boncukları arasında serpiştirilen küçük çanları ‘çin-çiç-çin’ şakırdatarak ve nallarının ‘glaga-gluga glaga-gluga’ tatlı vuruş ritmini uydurarak, istifini bozmadan yoluna devam ederdi.

İşe gidip dönen insanların yoğun trafiğinin saatleri dışında, bazı eşekçiler, merkeplerinin üzerindeki deriden mamul parlak semeri söker, yerine sağa ve sola küfe asılacak kaba iş semerleri takardı. Küfelerine kum, taş, çakıl yüklenen üç-beş hayvancık, konvoy halinde eşekçi nezaretinde bir-iki kere, bir kervan düzeniyle malzeme deposundan inşaat alanına gidip geldikten sonra, başlarında kimse olmadan dahi işlerine ciddiyetle devam ederdi. ‘Glaga gluga, glaga gluga, glaga gluga’ tatlı nal sesleriyle her vardıkları teslimat yerinde, gelecek yeni bir emre kadar, sessiz sedasız beklerdi bu uysal ve akıllı insan dostu yaratıklar.

Eşekler gibi tek tırnaklıların, Adamızın tur yolunda bol bulunan koca yemiş yediklerinde, bu meyvenin usaresinde bulunan alkolden ötürü sarhoş olup sağa sola yalpa vurdukları anlatılırdı. Aynı tesir altında kalan araba beygirleri koca yemiş yemeleri halinde tehlike yaratabileceklerinden, meyvenin olgun olduğu sonbahar günlerinde, arabacılarımız büyük tur yolunda mola vermezdi.

Biz çocuklar ise, avuçlar dolusu koca yemişi yedikten sonra sarhoş olmadan evvel amel olduğumuzdan, sonbahar günlerinin kaçınılmaz eğlencesi olan bu koca yemiş sefamız, ertesi günkü okulu kaytarmak için geçerli bir sebep sayılırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder