İkinci Dünya Savaşı’nın hüzünlü yıllarında, yazlık evlere
rağbet yoktu. Yahudi erkeklerin çoğu, istenen fahiş miktardaki ‘Varlık Vergisi’ni
ödeyemedikleri için Aşkale’ye veya ‘Yirmi Kura Askerlik’ adı altında Anadolu’nun
muhtelif yerlerine gönderilmişti. Etraf karamsardı, herkes hüzünlüydü. Adada,
ancak kendi evleri olan yaşlılar ve çocuklu anneler kalmıştı. ‘Karartma’
gereği, akşamları pencereler siyah perdelerle örtülür, panjurlar sıkı sıkıya
kapatılır ve içeride düşük ışık kullanılırdı. Geceleri, çok zayıf yanan sokak
lamba ampullerinin üst yarısı dahi uçakların görememesi için siyaha boyanmıştı.
Bütün bunlara rağmen, yaz boyunca, gerek Tepebaşı Cumhuriyet
Gazinosu’ndan gerekse Taksim Kristal Gazinosu’nun açık pencerelerinden sokaklara
taşan “Yolculuk Var” şarkısı, çoğu kişiler tarafından şen bir nakarat olarak
söylenmekte idiyse de, bazı vatandaşlara Haydarpaşa’dan kalkan trenlerle cebren yolculuğa
çıkarılan akrabalarını hatırlatıyordu. Savaş kokan bu nağmeler, buruk bir
hatıra olarak kaldı kulaklarımızda.
O günlerin birinde, arkadaşlarla Ada’mızın Maden tarafındaki
Naki Bey Plajı’ndayken, aniden, alarm sirenleri alışılmadık bir şekilde ötmeye
başladı. Alelacele yüzerek sahile vardık. İnsanlar bir an evvel ‘sığınak’lara
yetişmek için, elbise ve ayakkabılar elde, yarı çıplak sağa sola koşuşmaya
başlamıştı. Yokuştan yukarı caddeye çıktık. Mahallede görülmemiş bir telaş var!
Herkes başka yöne doğru gidiyor! Evim epey uzakta olduğu için var hızımla
koşuyordum ki, tepemde alçaktan uçan iki uçak belirdi. Sonradan öğrendiğimize
göre yollarını şaşıran bu iki yabancı savaş uçağı, Ege sahilimizin bir
yerlerini, düşman toprağı sanarak bombalamışlardı o gün.
Savaş yıllarının belirli dönemlerinde, Nazilli’nin basma
kumaşı, Alpullu’nun toz şekeri gibi temel ihtiyaç maddeleri karne karşılığında,
ekmek ise günlük istihkak olarak, yine her ay mahalle muhtarından alınan karneye
zımbalanmış fişler karşılığında satılırdı. Sakladığım eski nüfus cüzdanımda, o
günlerin acı hatırası olarak, muhtardan ekmek karnesi alındığına dair mühürler halen
duruyor.
Tabip subay olarak vatani görevini yapmakta olan babamın,
subay ailelerine tanınan erzak istihkakı vardı. Her ay, Sirkeci’deki Demirkapı
Askeri Levazım Şubesi’nden bir miktar şeker, pirinç, makarna alıyorduk. İlk
zamanlar erzakı almak için levazım deposuna annemle beraber giderdim. Büyükbabam,
felç olup yatağa düşünce, tüm aile, aniden, benim büyüdüğüme karar verdi ve o
günden sonra Levazım Yüzbaşısı’na beni tek başıma yollamaya başladılar. Evin
erkeği ben oluyordum.
Babamın Diyarbakır’da görevli bulunduğu ve savaş
rüzgârlarının estiği karanlık günlerden bir akşamüstüydü. Elimde askeriyeden
aldığım erzak dolu filemle Galata Köprüsü iskelesinden Büyükada’ya dönmek üzere
vapura bindim ve genelde yorgun yolcuların ‘kestirmek için’ yatakhane olarak kullandıkları
geminin alt bodrumuna indim. Yarı dertli yarı uykulu, kaptanın ‘didong’ ikaz
seslerini takip ederek geminin rotasını tahmin etmekteyken kendimden geçmişim.
Bir müddet sonra yeni bir ‘didong’ çan sesiyle uyandığımda, iskelemize
yanaştığımız varsayımıyla bodrum katından yukarı çıktım. Donakaldım. Gemimiz az
evvel Yalova’ya gitmek üzere Büyükada iskelesinden ayrılmıştı. Utancımdan
sustum. ‘Didong’un azizliğine uğramıştım o gün! Biraz sonra derdimi lacivert
üniformalı kamarot amcaya anlattığımda, gemi artık Sedef Adası açıklarında
seyrediyordu.
Yalova’ya vardığımızda, geminin beyaz üniformalı,
yaşlı-başlı kaptanı, telefonla annemi arayarak durumu anlattı ve beni iskeleye
yakın bir otele yerleştirdi. Ertesi sabahın ilk seferinde de gemi Büyükada iskelesine
uğradığında, orada beklemekte olan anneme teslim etti beni.
Minnetle anıyorum çocukluk devrimin, ‘o’ babacan kaptan ve
kamarotlarını! Her zaman taze ütülenmiş sırmalı şık üniformalarıyla, çapraz
çapa kabartmalı yaldız düğmeleriyle, güven telkin eden hareketleriyle ve bir
denizcinin terbiye ve nezaketiyle kalplerimizi fethettiler...
Bu hallerinden dolayıdır ki, onlara sevgi ve saygıyla
bağlanan yolcular hiç çekinmeden teslim ederdi çocuklarını ve kendilerini gemilerine!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder