25 Ekim 2013 Cuma

29 – DÜÜT, DÜÜT VAPUR KALKIYOR…




Eminönü, Sirkeci ve Kabataş vapur iskeleleri henüz inşa edilmemişti ve adalardan kalkan tüm vapurlar, eski Galata Köprüsü’nün Marmara Denizi’ne bakan Karaköy’e yakın bir köşesinde bulunan bir dubaya yanaştığı için, ‘köprüye gitmek’ tabiri, ‘şehre inmek’ manasına gelirdi.

Spor elbiseli, şort veya açık yakalı giysiyle gemiye binen kişi, mutlak ara duraklardan birinde gemiden ayrılacak yolcuydu. Genç kızlar pantolon giymezdi. Tüm kadınlar gibi etekliydiler. Erkek çocukları ise, buluğ çağına kadar golf veya dize kadar uzanan kısa pantolon giyerdi.

İskele civarındaki sokaklarda ceket ve kravatla görünen beyler, ‘köprü’ye gidiş veya ‘köprü’den dönüş yolunda olan, itibarlı birer ‘Çorbacı Efendi’ olarak adlandırılırdı.

Ada vapuruna giren birçok erkek çocuğunun ilk işi, annesinin elinden kurtulup makine dairesinin açık penceresinin kaol ile parlatılmış bronz çubuklarına asılıp içeride olup bitene bakmaktı. İskeleye bağlı bir geminin, rölantideyken çalışan buhar makinesinin supap ve piston kollarının ağır hareketini seyretmek benim için son derece büyüleyiciydi.

Geminin kaptanı, tepedeki köşkünden bodrumdaki makiniste, ‘yarım yol’, ‘tam yol’, ‘ileri’, ‘geri’ gibi komutları, aşağıya kadar inen bir telin ucuna bağlı çanın ‘didong- didong’ sesleriyle ihbar ederek iletirdi. Her ‘didong’la yeni bir emir alan makinist, buhar vanalarını açıp kapatarak gemiyi körü körüne seyrettirirdi. İskeleden kalkış için kaptandan gelen ‘didong’ (yarım yol ileri) çan sesi duyulmadan ve siyah çuha elbiseli çımacı, gemiyi iskeleye bağlayan halatları babalarından sökmeden, beni katiyen vapurun kamarasına sokamazlardı. Ayazda da olsam, vapurun kalkışına nezaret etmemin gereğine inanırdım.

Ada vapurunun devamlı yolcusu, genellikle aynı koltukta oturur, yol boyunca yandaki kişiyle dedikodu yapar, iş konuşur, çay-gazoz içer, gazete-kitap okurdu. ‘Kodaman’ tabir ettiğimiz kişiler, bilet farkı ödeyerek orta katın pupasında bulunan ‘lüks mevki’ salonundaki geniş özel koltuklarında kurulurlardı. Sosyetik gençlerin grupları, tepede açık havada, bacanın etrafında bulunan sıralarda şakalaşır, dost arayanlar ise geminin arka güvertesinde, pervanelerin üstünde bulunan dümen dolabının etrafında kümelenirdi.


Dosta rastlamayanlar ise, gemiyi takip eden martılarla yarenlik eder, onlar da yoksa pervanenin yarattığı köpüğe gözlerini kırpmadan diker ve yol boyunca, homurdanan suların esrarlı melodisine kapılarak, yaşamak istedikleri mesut olayları, köpüğün yarattığı gizemli düğümlerden çözülen ebrulara baka baka, hayal ederlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder