Eminönü, Sirkeci ve Kabataş vapur iskeleleri henüz inşa
edilmemişti ve adalardan kalkan tüm vapurlar, eski Galata Köprüsü’nün Marmara Denizi’ne
bakan Karaköy’e yakın bir köşesinde bulunan bir dubaya yanaştığı için, ‘köprüye
gitmek’ tabiri, ‘şehre inmek’ manasına gelirdi.
Spor elbiseli, şort veya açık yakalı giysiyle gemiye binen
kişi, mutlak ara duraklardan birinde gemiden ayrılacak yolcuydu. Genç kızlar
pantolon giymezdi. Tüm kadınlar gibi etekliydiler. Erkek çocukları ise, buluğ
çağına kadar golf veya dize kadar uzanan kısa pantolon giyerdi.
İskele civarındaki sokaklarda ceket ve kravatla görünen
beyler, ‘köprü’ye gidiş veya ‘köprü’den dönüş yolunda olan, itibarlı birer ‘Çorbacı
Efendi’ olarak adlandırılırdı.
Ada vapuruna giren birçok erkek çocuğunun ilk işi, annesinin
elinden kurtulup makine dairesinin açık penceresinin kaol ile parlatılmış bronz
çubuklarına asılıp içeride olup bitene bakmaktı. İskeleye bağlı bir geminin, rölantideyken
çalışan buhar makinesinin supap ve piston kollarının ağır hareketini seyretmek
benim için son derece büyüleyiciydi.
Geminin kaptanı, tepedeki köşkünden bodrumdaki makiniste, ‘yarım
yol’, ‘tam yol’, ‘ileri’, ‘geri’ gibi komutları, aşağıya kadar inen bir telin
ucuna bağlı çanın ‘didong- didong’ sesleriyle ihbar ederek iletirdi. Her ‘didong’la
yeni bir emir alan makinist, buhar vanalarını açıp kapatarak gemiyi körü körüne
seyrettirirdi. İskeleden kalkış için kaptandan gelen ‘didong’ (yarım yol ileri)
çan sesi duyulmadan ve siyah çuha elbiseli çımacı, gemiyi iskeleye bağlayan
halatları babalarından sökmeden, beni katiyen vapurun kamarasına sokamazlardı.
Ayazda da olsam, vapurun kalkışına nezaret etmemin gereğine inanırdım.
Ada vapurunun devamlı yolcusu, genellikle aynı koltukta
oturur, yol boyunca yandaki kişiyle dedikodu yapar, iş konuşur, çay-gazoz içer,
gazete-kitap okurdu. ‘Kodaman’ tabir ettiğimiz kişiler, bilet farkı ödeyerek orta
katın pupasında bulunan ‘lüks mevki’ salonundaki geniş özel koltuklarında
kurulurlardı. Sosyetik gençlerin grupları, tepede açık havada, bacanın
etrafında bulunan sıralarda şakalaşır, dost arayanlar ise geminin arka
güvertesinde, pervanelerin üstünde bulunan dümen dolabının etrafında
kümelenirdi.
Dosta rastlamayanlar ise, gemiyi takip eden martılarla
yarenlik eder, onlar da yoksa pervanenin yarattığı köpüğe gözlerini kırpmadan
diker ve yol boyunca, homurdanan suların esrarlı melodisine kapılarak, yaşamak
istedikleri mesut olayları, köpüğün yarattığı gizemli düğümlerden çözülen ebrulara
baka baka, hayal ederlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder