Eskilerin, toprağının renginden dolayı Chemin Rouge
(Kırmızı Yol) adını taktıkları İsa Tepesi’ne giden yokuştan yukarı çıkarken,
sol tarafta çok az ev vardı ve Anadolu yakası boydan boya gözler önüne
seriliydi. Sonraları Yeni Yol, şimdi ise Yaver Bey Sokağı adını alan bu
yokuştan yukarı çıktıkça, ayaklarımın altında Marmara Denizi’nin alçaldığını,
ufuktaki Maltepe topraklarının ise derinlemesine doğru büyüdüğünü fark ederdim.
O manzara karşısında, inanılmaz bir güç benliğimi sarar, ilham ve güven verirdi
bana.
Bu görkemli ufku seyredip tümünü kucakladığımda ise dünyanın
hâkimi olma hevesine kapılır, insanüstü kuvvetlere muktedir olduğumu zannedip
şeytanî fikirlere kapılırdım. Çok kere, tasarladığım zor bir olayı
gerçekleştirmek için tereddütsüz o yollara düştüğüm, o muhteşem manzarayı bir
müddet seyredip derin bir nefes aldıktan sonra oradan aldığım güçle, engelleri
yendiğim olmuştur.
Bu bayırdan, görkemli ufku kucaklayıp kesinlikle kâinatın
hâkimi olduğuma inandığım bir gün, hayvanlara da hükmetmek azmi doğdu içimden. Uzunca
bir iple yanı başımdaki ağaca bağlı olarak otlanmakta olan munis bir merkebi,
eğlenmek için yularından çekerek yanıma kadar getirme ve aniden koy verme
hakkının bende olduğunu sanıyordum. İpi onuncu defa çektiğimde, hayvanın eşekliği
galebe gelerek birden şaha kalkıp beni tekmelemez mi?
Devrilmiş, toprağa yapışmıştım. Var gücümle gerisin geriye
sürünerek, ipin etki alanından kendimi zor kurtarmıştım o gün. Hayvan son bir
hamleyle şaha kalktığında, onu ağaca bağlayan kaytan kopsaydı, beni mutlaka
altına alıp tepeleyecekti ve ben bugün, bu satırları yazamayacaktım.
Merkebin azizliğinden başka, bir kere de ada beygirlerinin
hışmına uğramıştım. Nazi Almanya'sından kaçıp yurdumuza sığınan profesörlerden
Doktor Nissen’in oğlu, Adada düşerek yaralanmıştı. Tedavisi için bir faytonla,
babama getirdiler. Arabacı, alelacele çocuğu kucaklayıp eve taşırken, o sırada
kapı önünde oynamakta olan ben, boş faytona binerek arka koltuğuna kuruldum ve
kollarımı iki yana açarak arabayı salıncak gibi bir sağa bir sola sallamaya
başladım.
Birkaç saniye sonra esnek yayların etkisiyle, arabanın
sallanması şiddetlendi ve durduramaz oldum. Okun -iki at arasındaki uzun tahta-
hayvanlara olan etkisinden olsa gerek, atlar birdenbire parladı ve var
güçleriyle Çankaya Meydanı’na doğru fırladı. Atların biri sağa, diğeri sola
doğru hırlayarak kabarıyor, dörtnala uçuyorlar, sokaktaki insanlar çığlıklar atıyor…
Araba Çankaya Meydanına vardığında aniden sağdaki caddeye
saptı. Ben, bir tenis topu gibi arabanın içinde yuvarlanmaktayım. Dışarıya
fırlamamak için var gücümle tutunurken, Kaymakam Konağı’nın yakınında
seyretmekte olan faytoncular süratle kendi arabalarından inerek, el kol
hareketleriyle parlayan ateşli hayvanları yatıştırdılar ve tasmalarından
yakalayarak zapt etmeyi başardılar. Onları zorlukla durdurttuktan sonra da
boyunlarını şefkatle okşamaya başladılar.
Hâlbuki o sırada, asıl okşanması gereken zavallı bendim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder