Anneciğimin tüm ikazlarına rağmen, satın aldığım taze bir ekmeğin
kabuğunu eve gidene kadar yolda yerdim. Fare tarafından kemirilmişçesine her
yanı oyulmuş bir ekmeği mutfağa getirdiğim günlerden bir gün, daha sert azarlanmam
için annem beni babama şikâyet etti. Babacığım beni azarlayacağına, yanına çağırıp
okşadı ve ecza dolabından çıkardığı ‘K-Enterik’ (potasyum) ilaç şişesini önüme koyarak
günde birer hap yutmamı önerdi. Meğer kemiklerinde eksik olan kireci, duvardaki
sıvayı kemirerek arayan çocuklar olduğu gibi ben de vücudumdaki eksik potasyumu,
kızarmış ekmek kabuğunda keşfetmiştim! Bazı çocukların patates ve muzu çok sevmeleri
de organlarında eksik olan potasyumdanmış.
İyi ki, bu kötü alışkanlıktan çabuk kurtulmuşum. Yoksa ‘bal kabağı’,
‘soluk yüz’, ‘ruvyo malo’
(kırmızı saçlı kötü adam), ‘çilli, ‘kızıl’, ‘havuç’, ‘sariko’, gibi bunca lakaplarımın
yanına bir de ‘kemirgen’ eklenecekti. Beni en çok kızdıranı ise, entel
çocukların bilgiç bir tavırla bana yönelttikleri bu soruydu: “Sen plajda
güneşlenmekteyken annen yüzünü makarna süzgeciyle mi örttü?”
Anne ve babamız bizleri her zaman bir faaliyet yaparken
görmek isterdi. Boş işlerle uğraşmamıza tahammül etmezlerdi. Babamız, arpa
tanelerini on adım uzaktaki çuvaldızın deliğine sokabilen nişancıya,
sultanlardan birisinin mükâfat olarak evvela 10 altın, sonra da bu işin kimseye
faydası olmayacağı için de 10 falaka cezası verdiğini anlatır, yaptıklarımızın
verimliliğini ölçmemiz için de günlük tutmamızı önerirdi. Hatta verdiği
haftalığın girdi çıktısını yazmamız için her yılbaşında birer küçük Ece ajandası
dağıtırdı her birimize.
Babam genelde akşam yemeklerinden sonra, çocuklar sofradan
kalkmadan evvel, Tevrat’tan bir bölümü yüksek sesle okurdu. Pazar sabahları da kahvaltıdan
sonra, Cumhuriyet Gazetesi’nden Burhan Felek’in ‘Haftanın Şakaları’ndan komik
bölümlerini yüksek sesle okuyarak çocuklarını eğlendirirken olup biten olayları
hep birlikte yorumlamamıza olanak sağlardı.
Ben de okunan Cumhuriyet Gazetesi’ni sahiplenir,
yazarlarından Abidin Daver ve Haluk Şehsuvaroğlu’nun deniz ve teknelerle ilgili
yazılarını, fotoğraflarını özenle kesip toplar ve halen sakladığım bir albümün
sahifelerine yapıştırırdım.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder