Tüm çocuklar, Müslüman dinî bayramlarının yaz mevsimine rastlamasını
arzulardı. Çünkü okullar kapalı olduğundan, eğlencelere çok daha fazla zaman kalırdı.
Böyle günlerde Ada sokakları ve meydanları şen ve renkli bir
hareketlilikle canlanır, lunaparklar kurulur, küçükler, büyükler yeni
giysileriyle böbürlenir, Ada bir başka olurdu.
Bu böbürlenme yalnız Müslüman ailelerin çocuklarına mahsus
değildi. Değişim herkes tarafından hissedilirdi. Nitekim en basitinden, bir
Yahudi veya Hristiyan çocuğu, “yürüyemiyorum, ayakkabılarım çok sıkıyor” diye
şikâyet getirdiğinde, genelde, “Bayram gelsin, o gün büyüğünü alırız” cevabıyla
karşılaşırdı. Dolayısıyla, gerek yeni parlak pepeleriyle ve gerekse bir boy büyük
yeni elbisesiyle fiyaka yapacağı o neşeli bayram gününü, hasretle beklerdi tüm
Ada çocukları gibi.
İlaveten, resmi tatil olmasından ötürü, şehirdeki dost
akraba yatıya geleceği, evin kapalı olan odaları açılacağı, ziyaretler
yapılacağı, hediyeler, bayramlık bahşiş alınacağı, hayatlarında yeni bir dönüm
noktası olacağı için, arife günleri küçük büyük herkes tarafından coşku ile
yaşanırdı Ada’da. Tabii ki yemek sofraları da bir başka lezzetli olurdu.
O günlerde Plaj Oteli ve Yıldız Kıraathanesi salonlarında tiyatro
kumpanyaları sahne açardı. Adamıza gelen Rıfat
Telgezer Cambazhanesi oyuncuları da, tel üzerinde akrobasi hareketleri, trapez
oyunları, hokkabazlık ve şaklabanlıklar yaparak bizleri saatlerce eğlendirirdi.
Cambazhane, Ada halkına opera-operet sevgisini de aşılıyordu.
Şöyle ki, kumpanya oyuncuları Othello,
Traviata, Carmen, Şen Dul gibi dünyaca meşhur eserlerin bazı sahnelerini, yarı şaka
yarı ciddi bir üslupla programın ikinci yarısında, basit bir şekilde sergilerdi.
Orkestra, her ne kadar klasik batı müziğini cazbant veya alaturka müzik aletleriyle
icra etse de, dünyaca meşhur birçok ölümsüz aryayı, ömrümde ilk defa orada dinlemiş,
orada sevmiş ve operayla ilk tanışıklığım Rıfat Telgezer Cambazhanesi sayesinde olmuştu.
Temsillerde seyirciyi, taklitleriyle güldürme görevi olan, kırmızı
domates burunlu ve kocaman pabuçlu palyaçonun nakarat biçimindeki, “Holo’lolooo,
ben de yaparım, holo’lolooo,” haykırması, benim gibi gelişmekte olan çocukların
ham beyinlerine neşeli bir şekilde ‘istenirse, herkesin, her şeyi yapabileceğini’
ima eder üsluptaydı. Palyaço, usta akrobatın övünerek yaptığı zor bir hareketi komik
bir şekilde yapmaya yeltenir ve becerdiğinde, ‘ustasını taklit etmenin gerekli ve
hünerli bir iş’ olduğunu kafamıza sokardı.
Ömrüm boyunca, çocukça da olsa, ‘ben de yaparım’ iddiasıyla her
şeye imrenmemin sebebi, o günlerde beni etkileyen “Holo’lolooo, ben de yaparım”
sözcüklerinin zihnimde bıraktığı derin iz olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder