12 Eylül 2013 Perşembe

22- ENA MENA DOSİ VE ÖTESİ




Çoğu erkek çocuğun belli başlı oyunu olan top kovalamaktan başka, birimizin veya birkaçımızın üstüne atlayarak ‘birdirbir’ oynamak; üç ince çıtayı ortalarından bağlayıp, üzerilerine gerilen kağıdı  ıslatılmış un ile yapıştırarak imal ettiğimiz altıgen uçurtmayı uçurmak; çelik çomak fırlatmak; topaç kırbaçlayarak döndürmek; bir tel ile itilen tahta bir çemberin peşinden koşmak veya ‘cicilona’ adını verdiğimiz içlerinde helezon şeklinde renkleri olan şeffaf cam bilyeleri, toprak zeminde oyulan S harfine benzer yılan kıvrımındaki yarığın içine sürerek bir nevi bilardo oynamak gibi eğlencelerimiz vardı.

Kız çocukların oyunları ise klasik oyuncak bebeklerden başka, zeminde tebeşirle çizilen karelerden tek ayakla, bir taşı diğer bir karenin içine sektirerek itmek; minyatür mutfak aletleriyle oynamak veya karşılıklı iki arkadaşın çevirdikleri ipe takılmadan üzerinden atlamaktı. Onlar zıp zıp zıplarken biz erkek çocuklar, havalanan etekleri seyretmek için derhal oynamakta olduğumuz oyunu yarıda keser ve dinlenmek bahanesiyle kaldırımın kenarına yerleşirdik.

Erkeklerin kızlarla müşterek oynadıkları oyunlara örnek olarak da, körebe, bal satarım, köşe kapmaca, ena mena dosi (saklambaç) ya da koşmacayı sayabilirim.

Ayrıca, tek başımıza iken bizi oyalayan, deniz kabuğu koleksiyonu yapmak, ilginç ve eğitici bir uğraştı. O yıllarda topladıklarımdan oluşan ve bugün evimde halen teşhir ettiğim bir deniz kabukları koleksiyonum var. Çok defa, dibe dalarak topladığım ve artık Marmara'nın sularında nesli tükenen bu midye ve kabukların her birinin içinde, ayrı bir hatıram saklı.

Eve getirdikten sonra felaket kokmaya başlayan minarelerin ve bilhassa yengeç gibi kabukluların içlerini temizlemek için, onları karıncaların gidip geldiği bir incir ağacının gövdesine bağlardım. Birkaç gün geçtikten sonra da yumuşak dokularının tamamen boşaltılmış olduğunu gördüğümde kokudan arınmış olarak eve alırdım.

Özel bir eğlencem de boncuklardan çiçek yapmaktı. Ada evimizin yatak odalarında bulunan buzlu cam fanuslu antik lambalardan sarkan zarif saçaklarında, ipe geçirilmiş küçücük renkli cam boncuklar bulunurdu. Zamanla çürüyen iplerden dökülen ve etrafa saçılan bu boncukları tek tek toplar, ince bir sigorta teline geçirip, çiçekler yapardım ve bunları ablamın kız arkadaşlarına hediye ederdim. Böylece sıkılganlığımı yener, onlarla arkadaşlık kurardım. Bugün, aradan 75 yıl geçmiş olmasına rağmen, ablamın sınıf arkadaşlarından Röne Şeni (Sisa) ile Anadolu Kulübü’nde her karşılaştığımızda, halen çocukken ona özel yaptığım boncuk çiçeklerini hatırlatır bana.

Troçki’nin Ada’da yaşadığı nadide köşklerden biri olan Arap İzzet Paşa Köşkü, bir zamanlar Avusturyalı pastacı Tilla Hanım’ın yönetimindeydi ve Madam Tilla, haftada bir gün çocuklara mahsus matineler tertiplerdi. Daryo Fridman, Charles Danon, Elyo Adut gibi muteber ailelerin evlatları oranın müdavimleriydi. Oynanan çocuk oyunları arasında iskemle kapma oyunu ve bir çıtayı devirmeden altından geçme yarışı revaçtaydı. Yıllarca, arkadaşım Daryo Fridman’ın babasının dükkânından marangozluğum için malzeme satın aldım ve Daryo’yu küçüklüğünden beri tanırdım. Her zaman narin bir çocuktu. O günlere ait hatırasını aynen naklediyorum: “Ben o zaman çok zayıftım ve tabii kilom itibariyle çıtayı devirmeden altından geçmekte avantajlıydım. Her seferinde de mükâfat olarak verilen pastayı ben kazanıp eve dönerdim.”

Yağmurlu günlerde kitaplarla oyalanırdık. Kız çocukları Comtesse de Segur’den, erkekler ise Jules Verne’den macera kitapları okurdu. Bir de Orhan Çakıroğlu adlı polisiye roman serisi revaçtaydı. Müşterek okunanlar ise Miki Maus maceraları ve Doğan Kardeş yayınlarıydı. Ayrıca Haşet kitapevinden ‘System D’ isimli, son buluşlardan bahseden mecmuayı gidip almak beni son derece sevindirirdi.

Bunlara ilaveten, bilhassa erkek çocuklarını ilgilendiren ve bugün benim tarih ve coğrafya bilgimi zenginleştirdiğine inandığım, posta pulu toplama merakımız vardı. Onları suda yumuşatarak yapışık oldukları zarftan, kenar dişlerini zedelemeden çıkarıp kurutmak, sonra da kataloglara dizmek, seri tamamlamak, arkadaşlarla değiş tokuş yapmak, albümlerimizi çoğaltmaya çalışmak uzun saatlerimizi alan çok zevkli bir uğraşıydı. Bilhassa pullarımın rengârenk cümbüşünün seyrine kapıldığımda, ressam Claude Monet’in çiçekli bahçesinde bulurdum kendimi.

Günlerden bir gün ablam Rita’ya, zemberek kurmalı tenekeden mamul bir trenle daire şeklindeki ray takımı hediye gelmişti. Bütün çocuklar yerde monte edilen rayların etrafına oturarak, lokomotifin yaylı mekanizmasını kurup ilerlemesini hayranlıkla seyrederek eğlenmekteyken odaya giren babam, benim bir köşeden olayı seyrettiğimi gördüğünde, “Ne diye diğer çocuklarla beraber temaşaya katılmadığımı,” sordu. Meğer babamın beklediği cevap aynen ona verdiğim gibiymiş: “Herkes oyuncağı kurcalıyor, ben burada bekliyorum. Lokomotif nasıl olsa biraz sonra bozulacak. Tamir etmem için bana getirecekler, işte o zaman makineyi açıp zembereği tamir etmekle, ben onlardan çok daha fazla eğleneceğim.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder