Çoğu erkek çocuğun belli başlı oyunu olan top kovalamaktan başka,
birimizin veya birkaçımızın üstüne atlayarak ‘birdirbir’ oynamak; üç ince çıtayı
ortalarından bağlayıp, üzerilerine gerilen kağıdı ıslatılmış un ile
yapıştırarak imal ettiğimiz altıgen uçurtmayı uçurmak; çelik çomak fırlatmak; topaç
kırbaçlayarak döndürmek; bir tel ile itilen tahta bir çemberin peşinden koşmak
veya ‘cicilona’ adını verdiğimiz içlerinde helezon şeklinde renkleri olan şeffaf
cam bilyeleri, toprak zeminde oyulan S harfine benzer yılan kıvrımındaki yarığın
içine sürerek bir nevi bilardo oynamak gibi eğlencelerimiz vardı.
Kız çocukların oyunları ise klasik oyuncak bebeklerden başka,
zeminde tebeşirle çizilen karelerden tek ayakla, bir taşı diğer bir karenin
içine sektirerek itmek; minyatür mutfak aletleriyle oynamak veya karşılıklı iki
arkadaşın çevirdikleri ipe takılmadan üzerinden atlamaktı. Onlar zıp zıp
zıplarken biz erkek çocuklar, havalanan etekleri seyretmek için derhal
oynamakta olduğumuz oyunu yarıda keser ve dinlenmek bahanesiyle kaldırımın kenarına
yerleşirdik.
Erkeklerin kızlarla müşterek oynadıkları oyunlara örnek
olarak da, körebe, bal satarım, köşe kapmaca, ena mena dosi (saklambaç) ya da koşmacayı sayabilirim.
Ayrıca, tek başımıza iken bizi oyalayan, deniz kabuğu
koleksiyonu yapmak, ilginç ve eğitici bir uğraştı. O yıllarda topladıklarımdan
oluşan ve bugün evimde halen teşhir ettiğim bir deniz kabukları koleksiyonum
var. Çok defa, dibe dalarak topladığım ve artık Marmara'nın sularında nesli
tükenen bu midye ve kabukların her birinin içinde, ayrı bir hatıram saklı.
Eve getirdikten sonra felaket kokmaya başlayan minarelerin
ve bilhassa yengeç gibi kabukluların içlerini temizlemek için, onları
karıncaların gidip geldiği bir incir ağacının gövdesine bağlardım. Birkaç gün
geçtikten sonra da yumuşak dokularının tamamen boşaltılmış olduğunu gördüğümde
kokudan arınmış olarak eve alırdım.
Özel bir eğlencem de boncuklardan çiçek yapmaktı. Ada evimizin
yatak odalarında bulunan buzlu cam fanuslu antik lambalardan sarkan zarif saçaklarında,
ipe geçirilmiş küçücük renkli cam boncuklar bulunurdu. Zamanla çürüyen iplerden
dökülen ve etrafa saçılan bu boncukları tek tek toplar, ince bir sigorta teline
geçirip, çiçekler yapardım ve bunları ablamın kız arkadaşlarına hediye ederdim.
Böylece sıkılganlığımı yener, onlarla arkadaşlık kurardım. Bugün, aradan 75 yıl
geçmiş olmasına rağmen, ablamın sınıf arkadaşlarından Röne Şeni (Sisa) ile Anadolu
Kulübü’nde her karşılaştığımızda, halen çocukken ona özel yaptığım boncuk
çiçeklerini hatırlatır bana.
Troçki’nin Ada’da yaşadığı nadide köşklerden biri olan Arap
İzzet Paşa Köşkü, bir zamanlar Avusturyalı pastacı Tilla Hanım’ın
yönetimindeydi ve Madam Tilla, haftada bir gün çocuklara mahsus matineler
tertiplerdi. Daryo Fridman, Charles
Danon , Elyo Adut gibi muteber ailelerin evlatları oranın
müdavimleriydi. Oynanan çocuk oyunları arasında iskemle kapma oyunu ve bir
çıtayı devirmeden altından geçme yarışı revaçtaydı. Yıllarca, arkadaşım Daryo
Fridman’ın babasının dükkânından marangozluğum için malzeme satın aldım ve Daryo’yu
küçüklüğünden beri tanırdım. Her zaman narin bir çocuktu. O günlere ait
hatırasını aynen naklediyorum: “Ben o zaman çok zayıftım ve tabii kilom
itibariyle çıtayı devirmeden altından geçmekte avantajlıydım. Her seferinde de
mükâfat olarak verilen pastayı ben kazanıp eve dönerdim.”
Yağmurlu günlerde kitaplarla oyalanırdık. Kız çocukları Comtesse de Segur’den, erkekler ise Jules Verne’den macera kitapları okurdu.
Bir de Orhan Çakıroğlu adlı polisiye
roman serisi revaçtaydı. Müşterek okunanlar ise Miki Maus maceraları ve Doğan
Kardeş yayınlarıydı. Ayrıca Haşet
kitapevinden ‘System D’ isimli, son buluşlardan
bahseden mecmuayı gidip almak beni son derece sevindirirdi.
Bunlara ilaveten, bilhassa erkek çocuklarını ilgilendiren ve
bugün benim tarih ve coğrafya bilgimi zenginleştirdiğine inandığım, posta pulu toplama
merakımız vardı. Onları suda yumuşatarak yapışık oldukları zarftan, kenar dişlerini
zedelemeden çıkarıp kurutmak, sonra da kataloglara dizmek, seri tamamlamak,
arkadaşlarla değiş tokuş yapmak, albümlerimizi çoğaltmaya çalışmak uzun saatlerimizi
alan çok zevkli bir uğraşıydı. Bilhassa pullarımın rengârenk cümbüşünün seyrine
kapıldığımda, ressam Claude Monet’in çiçekli bahçesinde bulurdum kendimi.
Günlerden bir gün ablam Rita’ya, zemberek kurmalı tenekeden
mamul bir trenle daire şeklindeki ray takımı hediye gelmişti. Bütün çocuklar
yerde monte edilen rayların etrafına oturarak, lokomotifin yaylı mekanizmasını
kurup ilerlemesini hayranlıkla seyrederek eğlenmekteyken odaya giren babam,
benim bir köşeden olayı seyrettiğimi gördüğünde, “Ne diye diğer çocuklarla
beraber temaşaya katılmadığımı,” sordu. Meğer babamın beklediği cevap aynen ona
verdiğim gibiymiş: “Herkes oyuncağı kurcalıyor, ben burada bekliyorum.
Lokomotif nasıl olsa biraz sonra bozulacak. Tamir etmem için bana getirecekler,
işte o zaman makineyi açıp zembereği tamir etmekle, ben onlardan çok daha fazla
eğleneceğim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder