Ada’da, inşası yeni biten kâgir evimize ailece yerleştiğimizin
ilk yıllarında, sağımızda ve solumuzda, biri Perahya ve diğeri Nişastacıyan ailelerine
ait, bakımsızlıktan güneşten kavrulmuş, boyaları dökülmüş, tahta kaplamaları fil
derisi gibi buruşmuş asırlık iki ahşap ev vardı. Hafif bir rüzgâr estiğinde, zıvanaları
ayardan kaçmış yaşlı panjurlarından acayip sesler duyulurdu. Çürümüş tahtaların
arasında barınan kuşların melankolik noktürnleri (gece ayini için besteleri) de kasvet verici bir ortam yaratırdı. Rüzgârın
kuvvetli estiği gecelerde ise, iki bina arasındaki aralıktan geçen hava akımının
yarattığı esrarlı uğultuya ilaveten, panjur menteşelerinin sinir bozucu gıcırdamaları,
ani sert çarpmaları ve kuşların insanı ürperten acılı iniltileri, çocuk masallarında
okuduğumuz perili köşklerdeki kötü ruhların, cinlerin, perilerin ortaya çıkacağı
endişesine kapılmamıza neden olurdu. O zaman biz kardeşler, müşterek dayanışma içgüdüsüyle
yorganın altına saklanıp birbirimize sıkıca sarılırdık.
Adalar hattında çalışan Şirketi Hayriye (Deniz Yolları)
vapurları, geceleri güvenle seyredebilmek için kömür çubuğu arkı ile ışıldayan uzun
huzmeli projektörler kullanırdı. Gemilerin burnunda bulunan ve ufku tararken
çok defa evimizi de yalayan ışınlar, panjur aralarından odalara girerdi. Bu sızan
ışık hunileri, duvarlarda acayip görüntüler oluştururdu.
Korkunç tefsirlere konu olabilen ve çok kere tavanı da
yalayarak yürüyen bu siluetlere ilaveten, gece bekçilerimizin uzaktan gelen acı
düdük sesleri, gizemli atmosferi daha da esrarlı kılardı. Bu da bizim yine birbirimize
sarılarak yorganların altına girmemize sebep olurdu.
Evimizin karşısında, 1858 yılında Aziz Meryem Ana adına inşa
edilmiş, çatısının üzerinde kırmızı tuğladan çift kemerli heybetli bir çan
kulesi bulunan meşhur Ermeni Katolik Kilisesi bulunur. Surp Asdvadzadzin diye
anılan bu kilisede, her yılın 15 Ağustosuna yakın ilk pazar günü, dillere
destan renkli ve şen bir dinî tören düzenlenir.
Katolik Ermenilerin bu özel dinî günlerine çocukluğumdan
beri biz de ailece, bayramlık elbiselerimizi giyerek katılır, şahane koronun
müziğiyle şenlendirilen ilahilere eşlik eder, tören sonunda dağıtılan birer salkım
üzümle evlerimize döneriz.
Bahçemizde bulunan asmanın meyvesini de ancak bu tören
sonrasında eve vardığımızda, kipamızı (takke) takarak ağacımıza karşı
saygıyla söylediğimiz “Şehiyanu: . . .
bore peri agefen” (İbranice ilk
ürün) kutsama duasını okuduktan sonra, mevsimin ilk üzümünü dalından koparıp yeriz.
Bu ritüeli halen zevkle devam ettirmekteyiz…
Bahçe dibindeki bitişik komşumuz İtalyan asıllı, havalı, aristokrat
Parma ailesiydi. Dul büyük anne Parma’nın, boşanmış bir oğlundan başka yaşlanmış
bekâr iki kızı ve bir oğlu daha vardı. Boşanmış oğlundan tek torunu, içine kapanık
bir çocuk olan Tony ile aynı yaştaydık ve bahçelerimizi ayıran müşterek taş duvarın
üzerine çıkarak, iğde, incir, ceviz toplar, değişik oyunlar oynardık. Bir aşiret
reisi gibi etrafında cereyan eden tüm olayları takip ve tenkit eden otoriter büyük
anne hepimizi baskı altında tutardı.
Avrupa’da savaş rüzgârlarının estiği günlerin birinde, kız kardeşim
Nenet, duvarın üstündeyken geriye düşmemek için demir çubuklar arasında gerilmiş
kafes teline beş parmağıyla asıldığında, koyu kralcı büyük anne, aksi edasıyla,
faşizm işareti veriliyor diye ortalığı velveleye verdiydi. Sekiz yaşlarındaydım
ve ilk olarak siyasi bir kavgaya şahit oluyordum.
O günden sonra büyük anne, torununa bizimle görüşmeyi
yasakladı. Zavallı çocuk, her bahçeye çıkmak istediğinde otoriter büyük annenin,
bir yetimhane müdiresi edasıyla, “Tony
veni kui pronto a kaza!” (Tony derhal gel, eve gir!) sesi duyulurdu. Annesiz
büyümekte olduğu için zaten içe kapanık olan Tony’yi bahçe komşularıyla
görüşmesini yasaklamakla, onu daha da yalnızlığa mahkûm ediyordu.
Evimizin bulunduğu sokağın iki bina alt köşesinde Pansiyon
Levi vardı. Oraya gelen yazlıkçıların çocuklarıyla oynamak için sıklıkla
bahçelerine giderdim. Beş altı yaşlarındayken bir gün, oyunu yarıda kesip küçük
tuvaletim için evime dönmek istediğimde, otelde ikamet eden oyun
arkadaşlarımızdan on yaşlarındaki bir kız çocuğu, otelin sokağa açılan bahçe
kapısını kilitledikten sonra, küçük tuvaletimi otelde yapmam için beni ikna
etti. Binaya girip nezaketle bana yolu gösterdikten sonra benimle beraber
tuvaletin kabinine girip kapıyı içeriden kilitlemez mi!
Kızı bir türlü kabinden çıkaramadım. O benden güçlüydü.
Ben küçük tuvaletimi yaparken, o da merakla seyrediyordu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder