Sokakta, vapurda, evlerin açık pencerelerinden dışarıya cömertçe
yayılan, bir düzineye yakın değişik lisan duyulurdu. Balkonlarda oturup kahve
keyfi yapan veya nakış, yün ören Adalı hanımlar, yüksek sesle konuştuklarında
ve onları duyan komşular da kendi ana lisanlarıyla lafa karıştıklarında müthiş
bir kakofoni (kötü ve ahenksiz ses) orkestrası
doğardı. Hatta karşılıklı görüşmelerde Türkçe sorulan bir sual Fransızca,
Ermenice, Rumca (Batı Anadolu
Yunancası), İtalyanca veya Judeo Espanyol
(Yahudi İspanyolcası) olarak cevaplandırıldığında, başka lisanda tercümanlık
yapmaya yeltenen başka hanımlar da lafa karışırdı.
Tahminimce bu tür uyduruk lisanı kullananlar, ya çok dil
biliyorum havasını vermek isteyen enteller ya da doğru kelimeyi aramak için
kafa yormak istemeyen tembellerdi.
Daha da komik bir lisan ise aynı cümlenin içine değişik
lisandaki kelimeleri yan yana koyarak derdini anlatmak isteyenlerin lisanıydı.
Biz çocuklar, bu tür konuşanları alaya almak için kasten yanlarına sokulur ve: “Esterika
hanum, ela poraki, isi il fe serin sin sol” cümlesini duyacakları kadar yüksek sesle söyledikten sonra,
çimdiği yemeden sür'atle yanlarından kaçardık. (Türkçe, Yunanca, Judeo Espanyol,
Fransızca, tekrar Türkçe kelimelerden oluşmuş bir cümle, manası: “Ester Hanım,
buradan gel, burası serin ve güneşsizdir.”)
Adalı olmayan misafirler, değişik
lisanlardan alınmış karışık kelimelerden kurulan bu tür cümleleri
dinlediklerinde kendilerini Babil Kulesi şantiyesinde sansalar da, bizim
adalılar Babil’deki inşaat işçilerinin aksine, bu lisanlarıyla, aralarında
mükemmel anlaşıyorlardı.
Yeşilçam filmlerinde ve Akbaba mecmuası karikatür çizerlerinden
Ramiz gibi bazı gazetecilerin yayınlarında öne çıkarılan, azınlıkların bu tür lisan
ve şive bozuklukları, halk tarafından sıklıkla alaya alınıyordu. Bu durum,
Avrupa’da yayılmakta olan antisemitik cereyanlarının bizlerde de zemin
bulmasına sebep olmaktaydı.
Hatırlıyorum; o yıllarda ben küçük bir öğrenciyken, sınıf mümessillerine
iki yanında ‘Vatandaş Türkçe konuş ve konuştur’ yazılı ve bileğe geçirilebilen
tahtadan halkalar dağıtılmıştı. Teneffüslerde yabancı kelime kullanan bir öğrenci
yakalandığında, bu halka bileğine takılırdı. Zil çaldığında ise halka kimin
bileğinde kalmışsa, bu çocuk sınıf öğretmeni tarafından cezalandırılırdı. Bu
sistem arkadaş arası ispiyonculuğu yaygınlaştırıyordu.
Her ne kadar okullardaki ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ sloganı ile
halk düzgün bir şekilde Türkçeyi konuşmaya zorlanmakta idiyse de, yeni
Türkçenin eğitimini almamış olan eski nesil buna alışamıyordu. Kısa bir müddet
sonra ise yeni nesil, mükemmel bir Türkçe ile kendini ifade edebilecek seviyeye
gelecek ve hatta takdir edilecekti.
Yine de bu slogan ve bilek halkası cezası, yeni Türkçeyi
düzgün konuşamayan yaşlılarca azınlıklara karşı ve hatta yabancı dil eğitimine
karşı bir hareketmiş gibi algılandı ve bu olay buruk bir hatıra olarak
zihinlerinde kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder