5 Eylül 2013 Perşembe

17 - NİNEMDEN



Büyük annem (Fortüne-Mazalto Aseo-Kohen-Balukbazarlı) ile olan en yakın dostluğum beni yatıştırmak için mutfağa, yanına çağırdığı zamanlardı. Ben, ocaktaki kömür ateşini canlı tutmak için horoz tüylü yelpazeyi sallarken, o da bana Fransızca La Fontaine’den masallar anlatırdı. El emeğiyle çalışan kişileri seyretme huyum sayesinde, tavada kızarttığı ince patlıcan şeritlerinin içine baharatlı kıyma eti sarmanın ve aynı boy domates dolmalarıyla tencereyi iki renkli daireler halinde süslemenin ustası olmuştum. Öyle ki, bir müddet sonra bu yemeği başından sonuna kadar tek başıma hazırlamama ve pişirmeme müsaade etmişti. Bu aşın, kalaylı bakır tepside ve odun kömürüyle pişerken tüten dumanlı kokusu beni mest ederdi.

Bir yemeği beğenmeyip reddettiğimizde, büyük annem, küçükken sevmediği bamyayı bir gün mecbur kalıp yediğinde çok beğendiğini ve yememekle neler kaçırmış olduğunu anlatır dururdu. Sofrada bulunan kişi adedinden eksik yumurta geldiğinde ise, “Ben bütün bir yumurtadan vazgeçtim, her biriniz birer tane alın; yarılarını bana verirseniz yeter” diyerek bizlere hoş vakit geçirtirdi.

Biz torunlar, büyük annemize ‘ayakkabı’ kelimesini bir türlü öğretememiştik. Eve her giren kişiye yerleri kirletmemesi için, “Çabuk çık papuç, çık papuç,” diye seslenirdi. Biz torunlar, kapı ardından katıla katıla gülerken, büyük annemiz inadına, “Çabuk çık papuç çık papuç,” teranesini sürdürürdü. Aslında ninemizin ayakkabı kelimesini kullanmak istemeyişi, torunlarının şen kahkahalarını işiterek mutlu olmak istemesindendi.

Büyük annem, Ermeni asıllı olan ve tüm ailesini şarkta kaybetmiş Meryem Teyze olarak adlandırdığımız yaşlı bir hanımı evinde barındırırdı. Kış mevsiminde dahi, kadıncağızı Yeldeğirmen’deki kışlık evlerine alırlardı. Bu hanım, yüzündeki sürekli üzgün ve acı ifadesine ilaveten, yaz - kış her zaman üzerine simsiyah, karamsar giysiler giyerdi. Kadıncağız, elinden geldiği kadar büyük annemin ev işlerine yardımcı olmaya çabalardı.

Adada, dul kalan ve Ortodoks dinine mensup hanımlar da bu Gregoryen teyzemiz gibi hayatlarının kalan kısımlarını, yaz sıcağına rağmen simsiyah entariler ve simsiyah çoraplarla geçirirlerdi. Eşini kaybeden birçok erkek ise kötü kaderin ve kederin işareti olarak siyah kravat takarlar ve kola sardıkları brassard denilen siyah bir kurdeleyle üzüntülerini ifade ederdi.

İşareti algılayan Adalılar, yakınlarını kaybedip öbür dünyanın varlığını hissetmiş olan bu matemli kişilere özel bir saygı duyar, reveransla (hafiften eğilerek) selam verirdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder