1 Eylül 2013 Pazar

16 - DEDEMDEN




İşe gitmediği günlerde yağlı boyayla tablolar yapan büyük babam Moiz Aseo, evindeki ahşap merdiven basamakların yan kenarlarını, halı varmış gibi çiçek resimleriyle süslerdi. Çalıştığında, yaptıklarını seyretmek, bahçe işlerinde ve ev onarımlarında ona yardım etmek en büyük zevkimdi. 1912 yılının kolera salgınının bıraktığı araz sonucu olarak kulakları duymadığı için çıkardığım tamirat gürültüleri onu pek rahatsız etmezdi. Fakat çekicin darbe sesinden, bitmez tükenmez tamirlerimizden ve etrafı alt üst görmekten usanan büyük annem, anneme seslenir, “Korye Recina, mira ke tu hijo Viktor moz esta derrokando la kaza,” (Koş gel Recina, bak oğlun Viktor evimizi yıkıyor) diye beni ona şikâyet ederdi.

Büyük babam “Vur” der, büyük annem “Dur” derdi.

Büyük babamla yaptığımız uzun yürüyüşler boyunca, devamlı o konuşur, bir şeyler öğretirdi bana. Yolda karşılaştığımız hayvanları, böcekleri, ağaçları, çiçekleri, manzaraları, Victor Hugo, Lamartine gibi Fransız şair ve edebiyatçılardan alıntılarla süsleyerek anlatır, Adanın tepelerinden aşağıda görünen yamaç yollarını bir yılanın kıvrımlarına benzetirdi. Konuşa konuşa yürürken de, yolda gördüğü çiçek ve yaprakları kopararak parmakları arasında iyice ezer ve kokuyu bellemem için burun deliklerime kadar zorla yaklaştırırdı. Tahminimce büyük babamın koku alma hassasiyeti, sağırlığını dengeleyen bir özelliğiydi.

Bu sayede benim koku alma duyum daha da gelişiyordu. Şöyle ki, sokakta yürürken bir fino köpeği gibi ha bire burnumu değişik yönlere çevirerek koku arar olmuştum. İskele meydanındaki saat kulesinden vapura bininceye kadar olan kısacık yolun inişinde, birbirlerinden çok farklı beş belirgin kokuyu içime çeke çeke tadardım.

Birinci lezzet, dünyanın neresinde olsam olayım, burnuma geldiğinde sevgili Ada’mızı anımsatan, atlarımızın unutulmaz özel dışkılarının nostaljik keskin kokusuydu. Hemen arkasındaysa fırıncı Mihal Usta’nın devamlı açık tuttuğu dükkân kapısından yayılan, iştah açıcı poğaça-börek kokusu hâkimdi.

Az sonra yokuşu inerken, bahçıvan Kosoro’nun bir kemer patlıcana batırdığı çubukların ucuna bağladığı çam iğnelerine tek tek soktuğu ‘mis kokulu yasemin’ veya ‘Adanın mimozası’ çığlıklarıyla sattığı çiçeklerin nefis bahar kokusu, etrafı şenlendirirdi. Gişelere varmadan önce ise, kitapçı Ksidas’ın dükkânının önünde mürekkebi henüz kurumamış sabah gazetelerini ellemekten parmakları simsiyah olmuş gazete satıcısının yerlere serdiği taze neşriyattan yayılan keskin gaz-mazot karışımı matbaa kokusu hissedilirdi.

Son olarak da iskeleden vapura doğru yürüdüğümüzde, sabahın serin esintisiyle Marmaramızın sularından gelen ve sevgili Adamızın denizine has, insanı zevkten sarhoş eden, taze yosunlardan yayılan iyot kokusu hakimdi.


Onu içimize çeke çeke vapura girerdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder