İşe gitmediği günlerde yağlı boyayla tablolar yapan
büyük babam Moiz Aseo, evindeki ahşap merdiven basamakların yan kenarlarını,
halı varmış gibi çiçek resimleriyle süslerdi. Çalıştığında, yaptıklarını
seyretmek, bahçe işlerinde ve ev onarımlarında ona yardım etmek en büyük
zevkimdi. 1912 yılının kolera salgınının bıraktığı araz sonucu olarak kulakları
duymadığı için çıkardığım tamirat gürültüleri onu pek rahatsız etmezdi. Fakat
çekicin darbe sesinden, bitmez tükenmez tamirlerimizden ve etrafı alt üst
görmekten usanan büyük annem, anneme seslenir, “Korye Recina, mira ke tu hijo Viktor moz esta derrokando la kaza,” (Koş gel Recina, bak oğlun Viktor evimizi
yıkıyor) diye beni ona şikâyet ederdi.
Büyük babam “Vur” der, büyük annem “Dur” derdi.
Büyük babamla yaptığımız uzun yürüyüşler boyunca, devamlı o
konuşur, bir şeyler öğretirdi bana. Yolda karşılaştığımız hayvanları,
böcekleri, ağaçları, çiçekleri, manzaraları, Victor Hugo, Lamartine gibi
Fransız şair ve edebiyatçılardan alıntılarla süsleyerek anlatır, Adanın
tepelerinden aşağıda görünen yamaç yollarını bir yılanın kıvrımlarına
benzetirdi. Konuşa konuşa yürürken de, yolda gördüğü çiçek ve yaprakları
kopararak parmakları arasında iyice ezer ve kokuyu bellemem için burun
deliklerime kadar zorla yaklaştırırdı. Tahminimce büyük babamın koku alma
hassasiyeti, sağırlığını dengeleyen bir özelliğiydi.
Bu sayede benim koku alma duyum daha da gelişiyordu. Şöyle
ki, sokakta yürürken bir fino köpeği gibi ha bire burnumu değişik yönlere
çevirerek koku arar olmuştum. İskele meydanındaki saat kulesinden vapura
bininceye kadar olan kısacık yolun inişinde, birbirlerinden çok farklı beş
belirgin kokuyu içime çeke çeke tadardım.
Birinci lezzet, dünyanın neresinde olsam olayım, burnuma
geldiğinde sevgili Ada’mızı anımsatan, atlarımızın unutulmaz özel dışkılarının
nostaljik keskin kokusuydu. Hemen arkasındaysa fırıncı Mihal Usta’nın devamlı
açık tuttuğu dükkân kapısından yayılan, iştah açıcı poğaça-börek kokusu
hâkimdi.
Az sonra yokuşu inerken, bahçıvan Kosoro’nun bir kemer
patlıcana batırdığı çubukların ucuna bağladığı çam iğnelerine tek tek soktuğu ‘mis
kokulu yasemin’ veya ‘Adanın mimozası’ çığlıklarıyla sattığı çiçeklerin nefis
bahar kokusu, etrafı şenlendirirdi. Gişelere varmadan önce ise, kitapçı Ksidas’ın
dükkânının önünde mürekkebi henüz kurumamış sabah gazetelerini ellemekten parmakları
simsiyah olmuş gazete satıcısının yerlere serdiği taze neşriyattan yayılan
keskin gaz-mazot karışımı matbaa kokusu hissedilirdi.
Son olarak da iskeleden vapura doğru yürüdüğümüzde, sabahın
serin esintisiyle Marmaramızın sularından gelen ve sevgili Adamızın denizine
has, insanı zevkten sarhoş eden, taze yosunlardan yayılan iyot kokusu hakimdi.
Onu içimize çeke çeke vapura girerdik.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder