Annemiz, çocuklarının yaptığı bir elişini, bir el
becerisini, değerli bir esermiş gibi, tüm aile efradını yanına çağırarak,
iftiharla gösterir, sırayla hepimizi yüreklendirirdi. Babamız da bu temaşaya
katılır, sanatın hayatımızı renklendirdiğini, genel kültürü zenginleştirdiğini
belirtir ve ileride, ömür boyu karşımıza çıkabilecek, beklenmedik durumlar için
okluğumuzda fazla yedek ok ve kiriş bulundurmanın
önemini, değişik misallerle anlatır, beynimizi ansiklopedik bilgilerle
donatırdı. Çoğu kez gazetelerden seçtiği güncel olayları, tefrika halindeki ‘devamı
yarın’ romanlarından veya ‘mahkeme koridorları’ sütunundan seçtiği enteresan ve
komik yazıları yüksek sesle okur, bizleri eğlendirmek suretiyle eğitirdi.
Babamız şans kelimesini de hiç sevmez, “Şans, muvaffak olan
kişileri kıskananların ifadesi veya muvaffak olamayan kişilerin özür
dilemesidir,” derdi, Sık sık “Şansa inanmayın, şansın sizden yana olacağına
hiçbir zaman güvenmeyin. Şans, önünüzde akan derenin sürüklediği mantar
parçasını yakalayabilene güler; bu yüzen parçaya erişmek, onu alabilmek için
hazırlıklı olmanız gerekir. Bu hazırlık, çok okumakla, çok çalışmakla olur,”
demesinden olsa gerek ki, ailemizde kart
(kâğıt) ve talih oyunları katiyen oynanmazdı.
Dolayısıyla yaz tatili başlar başlamaz özel derslere önem
verilirdi. Öğretmen eve gelmeden biraz evvel, yarım kalmış bir el işini
bitirmek veya hazırlanmamış bir dersi atlatmak için en geçerli bahanemiz ‘karnım
ağrıyor’ idi. Annemiz, derhal yarım elma yedikten sonra derse girmemizde ısrar
ederdi. Babamız da, egzersiz yapmadan bir müzik aletini çalmayı
öğrenemeyeceğimizi “Armut piş ağzıma düş” deyimine benzer, hayvanlar âleminden
İbranice bir atasözüyle açıklardı: “Lo
raiti hatul yaşan, şelihnaz ahbar la pe” (Uyuyan kedinin ağzına, farenin girdiği görülmemiştir.)
Bu deyimi, yaz boyunca tekrarlardı ve bana da son sözü,
“Kemana çalış, bir gün lâzım olur” idi. Büyüklerimin, “Bırakma kemanı, bir gün
lâzım olur,” dediklerinde neyi kastettiklerini sorduğumda cevap aynıydı: “Bir
gün lâzım olur.”
Geceleyin yatağıma girdiğimde düş kurardım: “Bu kemanın ne zaman
faydası olacak ki bana? Çiçek Pazarı’nda seyyar çalgıcılar gibi masa masa
dolaşıp avuç açacağım zaman mı, yoksa kullandığım adi kemanın, birden bire
değerli bir Stradivarius kemanı
olduğunu keşfederek çok zengin olacağım gün mü?”
Bu son düşüm henüz gerçekleşmedi. Fakat o günden bugüne
kadar geçen uzun yıllar zarfında, keman çaldığım değişik orkestralarda alkışlanırken
ve bilhassa o çocukluk devrimden 65 yıl kadar sonra 2008’de Taksim Atatürk
Kültür Merkezi’nde sahnelenen ‘Masada’
temsilinde ve 2011 yılında Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde seslendirilen ‘Ezgilerle
Endülüs’ten Anadolu’ya’ Senfoni Orkestrası’nda (Şalom Gazetesi, 18.05.2011)
keman çaldığım için Dostluk Yurdu Derneği’nde plaket alırken, anne ve babamın “Bir
gün lâzım olur,” seslerini hasret ve içtenlikle duyar gibi olurum.
Her konser bitiminde dinleyicilerden gelen alkışlardan
payıma düşeni, daima annem ve babama gönderirim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder