Bugünkü yaşımla düşündüğümde, anne ve babamızdan gelen ve o
günlerde umursamadığımız öğütlerin değerini çok daha iyi anlayabiliyor ve
takdir edebiliyorum. Annemin en basitinden “Sıcak banyodan sonra on dakika
uzan, hemen bahçeye fırlama” veya babamın: “Kahramanlık taslama, cereyandasın,
giyin, boğazını üşüteceksin!” demesi gibi.
Babam, “Çok kişi ile arkadaş ol, tek bir arkadaşın olmasın,
çünkü o tek arkadaş gibi düşünmeye kapılırsın, ufkun daralır, kişiliğin zarar
görür,” gibi nasihatlerde bulunduğunda, gözlerinin içine bakmamızı arzu ederdi.
Nasihat dinlemekten sıkılma emarelerimizi fark ettiğinde ise sözlerini derhal
eğlenceli bir mevzuya kaydırır ve “Nasihat dinlemek istemeyen çocuk ne yapar?”
diye sorduktan sonra cevabını da hemen kendisi verirdi: “Baba der, sen benimle
konuşmaya başladığın andan itibaren yandaki ağacın kovuğuna yetmiş sekiz
karınca girdi ve yirmi iki tane çıktı der.”
Annemi bildim bileli ya çocuklarını büyüttü, ya anne ve
babasına bebeklermiş gibi ihtimamla baktı, ya da torunlarına dadılık etti. Annem,
herkesin çocuğuna sevgiyle yaklaşır, onları okşar, iltifat ederdi.
Henüz altı buçuk yaşlarımdayken beni okula götürdüğü ilk gün,
annem, sırtında kamburu olan ve yapayalnız bir köşede sessizce duran bir çocuğu
gözüne kestirmişti ve “Bak,” demişti bana, “Bu çocuğun annesi öldü, yani annesi
yok! Sen onunla arkadaş olacaksın! Sana bu vazifeyi veriyorum! Onun bir köşede
yalnız kalmasına sakın müsaade etme; hep onun yanında olacaksın!” Annem bana bu
görevi vermekle, yetim ve engelliye yardım etme şevkimi kabartıyordu. İstediği
de buydu.
Bu arkadaşım Hananya ile, ilkokul boyunca sınıfta yan yana
oturduk. Evimize en çok getirdiğim kişi olmuştu. Günlerden bir gün, benim
yaptığım çatana maketinin aynısını yapmak istedi. Babası ona gereken malzemeyi
seve seve satın aldı. Bir yaz boyunca yanımda çalışarak büyük bir gayretle
bitirdi maketini. On dört yaşlarındayken, onunla kaçamak tatiller yapardık.
Kışın, Kadıköy’ün Kurbağalıdere etrafındaki Uzunçayır veya Kuşdili’ne gider,
oradan beraberce bisiklet hatta motosiklet kiralar, panayır alanında sürer,
eğlenirdik.
Bisiklet meraklısıydı. Ailesi sayfiyeye gitmediğinden, Prediket marka Alman malı hantal
bisikletini, yaz mevsiminde Ada’daki evimizde bırakırdı. Sonraları, Bar Mitzva (on üç yaş, ergenliğe geçiş töreni)
hediyesi olarak ona yeni ve hafif bir İngiliz bisikleti geldiğinde, eskisini
bana sattı. Onardım, süsledim, yeşile boyadım. Artık alışveriş için iskeledeki
çarşıya koşarak gideceğime, nispeten düz yol olan Nizam’daki Pansiyon Venezia altındaki sucu-bakkal
Marika Veryici’ye bisikletle gitmeye başlamıştım.
Çok kere yolda karşılaştığım tanıdık genç kızları,
bisikletimin sele ile gidon arasındaki şase kısmına oturtarak, büyük bir
fiyakayla gezdirir, yüzümü okşayan saçlarının kokusunu almak için daha da hız
yapardım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder