Adada uyanmak ve günlük işleri ayarlamak için şimdiki gibi pilli
saat bolluğu yoktu. Fakat her şey düzenli işlerdi. Sabah ilk ikaz horozlardan gelirdi.
Kısa bir müddet sonra sarnıç veya kuyulardan, çatıdaki depolara su basan tulumbacıların
bas-kaldır sesleri duyulurdu. Mahallede bulunan her bir tulumbanın gıcırtı tınısı
farklı olduğundan, o anda emekli güreşçilerden hangisinin hangi tulumbadan su bastığı
ve saatin kaç olduğu uzaktan anlaşılırdı.
Katır veya merkep sırtındaki küfelerde satış yapan seyyar
satıcılar da her gün aynı saatte mahallemizden geçerdi. Sabah 9’da “Taze enginaaar”,
10’da “Kesmece karpuuuz” seslerini işitir, satın kaç olduğunu anlardık. Saat 11’de
yanları çekmeceli iki tahta valizi ile koşar adım yürüyen aceleci seyyar manifaturacı
Nisim Efendi’nin “Mak’raciiiii” diye bağıran keskin sesi duyulurdu. Saat 12’de eskici
Kiryo Haralambos’un “Paliyaruhaçiiiii”, öğle sıcağında “Muuuuuslukçi”, hemen arkasından
“Halis Bulgar kömürüüüüü”, saat 13’te “Kalay’laçiiiii”, sesleri mahallede
yankılanırdı. Saat 15’te unlu mamulünü satmak için Heybeliada’dan gelen Avramaçi’nin
“Boreka kaymaaaak” çığlığı ve saat 18’de
Hacı Baba’nın “Akşaam yoğurduuuuu” boğuk sesi, günlük hayatımızı zamanlamamız için
birer rehberdi.
Hatırladığım bunca seyyar esnafın sesine ekleyebileceğim kutsal
ezan ve çan seslerinden başka, Ada’da sanatsal sesler de duyulurdu. Ortalıkta
dolaşan bir söylentiye göre piyano çalamayan bir genç kız koca bulamaz ve ömür
boyu vielle fille (bekâr) kalırmış. Dolayısıyla saygıdeğer aileler, genellikle kızlarına
Prof. Moiz Franko’ dan
piyano, erkek evlatlarına Prof. Yetvart Margossian’dan keman, yetişkin kızlarına
da piyanoya ek olarak Prof. Alice Rozental’dan şan dersi aldırırdı. Bu hocaların,
hangi gün ve saatte kimin evinde olacaklarını, Ada turnesi programlarını, tecrübeyle
keşfederdik. Böylece, onların sayesinde haftanın gününü de belirlemiş olurduk.
Bazen de tarife dışı, olur olmaz saatlerde, hava atmaya çalışan
fiyakalı talebelerin özellikle açık bıraktıkları pencerelerinden taşan, kulak tırmalayıcı
müzik egzersizleri veya müstakbel sopranoların acımasız çığlıkları sessizliği yırtardı.
Fakat her halükarda Adamız, günün en sıcak vakti olan 14 ile
16 saatleri arasındaki bunaltıcı ve ağır havası altında, esrarengiz ve korkunç bir
sessizliğe gömülürdü. Arada bir, taaa uzaklardan bir merkebin, uzadıkça uzayan sonra
da yavaş yavaş sönerek kaybolan hüzünlü “i haaaa..., i haaa.., i haa.., i ha...,
i ha… i ha…” anırma sesi, siestamız (öğle
sonrası uykusu) için, akşam üstü esecek poyrazdan evvelki durağan hava ile çöken
rehavete ilaveten, bir ninni gibi gelirdi kulağımıza.
Nihayet akşamüstü, sabırsızlıkla beklenen ve babalarımızı şehirden
Adaya getirmekte olan vapur kaptanının, çımacıyı iskelenin ucuna çağırmak için
öttürdüğü “düüüüt, düt,” sesi ve akabinde duyulan at arabalarının “klak kluk, klak
kluk, klak kluk,” diye yankılanan nal sesleri, aile büyüklerimizin eve gelmek üzere
oldukları müjdesini verirdi Ada halkına.
Çocuklu aileler için şehirden gelecek babalarını Ada iskelesinde
karşılamak, kutsal bir vazife, yolcuların iskeleden geçişi ise ciddi bir ‘resmigeçit’
havasındaydı. O devirde anneler işe gitmezdi. Siestadan sonra çocuklarıyla birlikte cici giysilerini giyerek ellerinde
birer çiçekle iskeleye inerlerdi. Polis abilerimiz, vapur çıkışından saat kulesine
kadar olan yolda toplanan, işten dönecek büyüklerini dört gözle bekleyen bu kalabalığı,
bir tören kıtası gibi sağlı sollu olarak hizaya sokar, ortada açılan geniş şeritte
ise muzaffer gladyatör endamıyla yürüyen beybabalarımız, birer kahraman gibi çiçek
ve öpücüklerle karşılanırdı.
Hafta sonu sabahları Adamız bambaşka bir rehavet havasına bürünürdü.
Sokaklar sakinleşir ve tenhalaşırdı. Değişik mahallelerdeki kiliselerden gelen farklı
tondaki çan sesleriyle, seyrek geçen faytoncuların zarif “ding-dong, ding-dong”
zilleri ve atlarının nazik “klak kluk,” nal seslerinden başka ses duyulmazdı.
Öğleden sonraları ise herkes şık giyinip şen ve mutlu olarak
sokağa çıkardı. Birbirlerini tanımayanlar dahi gülümseyerek selamlaşırdı.
Giysilerdeki hâkim renkler beyaz, krem ve pembeydi. Üstlerinde
bembeyaz yeni ütülenmiş kostümleriyle başlarında hasır Panama şapkası, ayaklarında
iki renkli iskarpin giyen şık beyefendilerle beyaz dantel eldivenlerle ellerinde
tuttukları saçaklı güneş şemsiyelerini, pastel renk kloş-flotan (dalgalanan) entarilerini, yelpaze ve mücevherlerini sergileyen
Ada sosyetesinin havalı hanımları, vapur iskelesiyle Anadolu Kulübü arasındaki 23
Nisan Caddesinde boy gösterirdi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder