8 Ağustos 2013 Perşembe

4 - SAAT AYARI





Adada uyanmak ve günlük işleri ayarlamak için şimdiki gibi pilli saat bolluğu yoktu. Fakat her şey düzenli işlerdi. Sabah ilk ikaz horozlardan gelirdi. Kısa bir müddet sonra sarnıç veya kuyulardan, çatıdaki depolara su basan tulumbacıların bas-kaldır sesleri duyulurdu. Mahallede bulunan her bir tulumbanın gıcırtı tınısı farklı olduğundan, o anda emekli güreşçilerden hangisinin hangi tulumbadan su bastığı ve saatin kaç olduğu uzaktan anlaşılırdı.

Katır veya merkep sırtındaki küfelerde satış yapan seyyar satıcılar da her gün aynı saatte mahallemizden geçerdi. Sabah 9’da “Taze enginaaar”, 10’da “Kesmece karpuuuz” seslerini işitir, satın kaç olduğunu anlardık. Saat 11’de yanları çekmeceli iki tahta valizi ile koşar adım yürüyen aceleci seyyar manifaturacı Nisim Efendi’nin “Mak’raciiiii” diye bağıran keskin sesi duyulurdu. Saat 12’de eskici Kiryo Haralambos’un “Paliyaruhaçiiiii”, öğle sıcağında “Muuuuuslukçi”, hemen arkasından “Halis Bulgar kömürüüüüü”, saat 13’te “Kalay’laçiiiii”, sesleri mahallede yankılanırdı. Saat 15’te unlu mamulünü satmak için Heybeliada’dan gelen Avramaçi’nin “Boreka kaymaaaak”  çığlığı ve saat 18’de Hacı Baba’nın “Akşaam yoğurduuuuu” boğuk sesi, günlük hayatımızı zamanlamamız için birer rehberdi.

Hatırladığım bunca seyyar esnafın sesine ekleyebileceğim kutsal ezan ve çan seslerinden başka, Ada’da sanatsal sesler de duyulurdu. Ortalıkta dolaşan bir söylentiye göre piyano çalamayan bir genç kız koca bulamaz ve ömür boyu vielle fille (bekâr) kalırmış.  Dolayısıyla saygıdeğer aileler, genellikle kızlarına Prof. Moiz Franko’dan piyano, erkek evlatlarına Prof. Yetvart Margossian’dan keman, yetişkin kızlarına da piyanoya ek olarak Prof. Alice Rozental’dan şan dersi aldırırdı. Bu hocaların, hangi gün ve saatte kimin evinde olacaklarını, Ada turnesi programlarını, tecrübeyle keşfederdik. Böylece, onların sayesinde haftanın gününü de belirlemiş olurduk.

Bazen de tarife dışı, olur olmaz saatlerde, hava atmaya çalışan fiyakalı talebelerin özellikle açık bıraktıkları pencerelerinden taşan, kulak tırmalayıcı müzik egzersizleri veya müstakbel sopranoların acımasız çığlıkları sessizliği yırtardı.

Fakat her halükarda Adamız, günün en sıcak vakti olan 14 ile 16 saatleri arasındaki bunaltıcı ve ağır havası altında, esrarengiz ve korkunç bir sessizliğe gömülürdü. Arada bir, taaa uzaklardan bir merkebin, uzadıkça uzayan sonra da yavaş yavaş sönerek kaybolan hüzünlü “i haaaa..., i haaa.., i haa.., i ha..., i ha… i ha…” anırma sesi, siestamız (öğle sonrası uykusu) için, akşam üstü esecek poyrazdan evvelki durağan hava ile çöken rehavete ilaveten, bir ninni gibi gelirdi kulağımıza.

Nihayet akşamüstü, sabırsızlıkla beklenen ve babalarımızı şehirden Adaya getirmekte olan vapur kaptanının, çımacıyı iskelenin ucuna çağırmak için öttürdüğü “düüüüt, düt,” sesi ve akabinde duyulan at arabalarının “klak kluk, klak kluk, klak kluk,” diye yankılanan nal sesleri, aile büyüklerimizin eve gelmek üzere oldukları müjdesini verirdi Ada halkına.

Çocuklu aileler için şehirden gelecek babalarını Ada iskelesinde karşılamak, kutsal bir vazife, yolcuların iskeleden geçişi ise ciddi bir ‘resmigeçit’ havasındaydı. O devirde anneler işe gitmezdi. Siestadan sonra çocuklarıyla birlikte cici giysilerini giyerek ellerinde birer çiçekle iskeleye inerlerdi. Polis abilerimiz, vapur çıkışından saat kulesine kadar olan yolda toplanan, işten dönecek büyüklerini dört gözle bekleyen bu kalabalığı, bir tören kıtası gibi sağlı sollu olarak hizaya sokar, ortada açılan geniş şeritte ise muzaffer gladyatör endamıyla yürüyen beybabalarımız, birer kahraman gibi çiçek ve öpücüklerle karşılanırdı.

Hafta sonu sabahları Adamız bambaşka bir rehavet havasına bürünürdü. Sokaklar sakinleşir ve tenhalaşırdı. Değişik mahallelerdeki kiliselerden gelen farklı tondaki çan sesleriyle, seyrek geçen faytoncuların zarif “ding-dong, ding-dong” zilleri ve atlarının nazik “klak kluk,” nal seslerinden başka ses duyulmazdı.

Öğleden sonraları ise herkes şık giyinip şen ve mutlu olarak sokağa çıkardı. Birbirlerini tanımayanlar dahi gülümseyerek selamlaşırdı.

Giysilerdeki hâkim renkler beyaz, krem ve pembeydi. Üstlerinde bembeyaz yeni ütülenmiş kostümleriyle başlarında hasır Panama şapkası, ayaklarında iki renkli iskarpin giyen şık beyefendilerle beyaz dantel eldivenlerle ellerinde tuttukları saçaklı güneş şemsiyelerini, pastel renk kloş-flotan (dalgalanan) entarilerini, yelpaze ve mücevherlerini sergileyen Ada sosyetesinin havalı hanımları, vapur iskelesiyle Anadolu Kulübü arasındaki 23 Nisan Caddesinde boy gösterirdi.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder