DAVET
Koku almaktaki hassasiyetim hakkında bana anlatılan bir olayı nakletmek istiyorum. Annemden süt emdiğin bebeklik devrimde bir akşamüstü, annem bir davete gideceği için giyinip süslendikten sonra emzirmek üzere beni kucağına aldığında çığlıklar atarak süt emmeyi reddetmişim. Bir bağırsak düğümlenmesi endişesiyle, acele çocuk doktoru Karako çağrılmış. Gırtlağından gün boyu ‘gam-gum’ sesleri çıkaran meşhur Doktor Karako, beni muayene ettikten sonra birden haykırarak: “Açlıktan öldüreceksiniz bebeğinizi, bunun ağlaması açlıktandır, derhal süt emsin!” emrini verip beni annemin kucağına atmış. Annem beni tekrar koynuna aldığında ben ağlamaya devamla ve başımı sağa sola savurarak inatla süt emmeyi reddettiğimde tecrübeli doktor işin esrarını çözdü. Meğer annem, değişik kokulu yeni bir parfüm sürmüştü üzerine, o geceki davet için…
Koku almaktaki hassasiyetim hakkında bana anlatılan bir olayı nakletmek istiyorum. Annemden süt emdiğin bebeklik devrimde bir akşamüstü, annem bir davete gideceği için giyinip süslendikten sonra emzirmek üzere beni kucağına aldığında çığlıklar atarak süt emmeyi reddetmişim. Bir bağırsak düğümlenmesi endişesiyle, acele çocuk doktoru Karako çağrılmış. Gırtlağından gün boyu ‘gam-gum’ sesleri çıkaran meşhur Doktor Karako, beni muayene ettikten sonra birden haykırarak: “Açlıktan öldüreceksiniz bebeğinizi, bunun ağlaması açlıktandır, derhal süt emsin!” emrini verip beni annemin kucağına atmış. Annem beni tekrar koynuna aldığında ben ağlamaya devamla ve başımı sağa sola savurarak inatla süt emmeyi reddettiğimde tecrübeli doktor işin esrarını çözdü. Meğer annem, değişik kokulu yeni bir parfüm sürmüştü üzerine, o geceki davet için…
Genelde büyük çocuklar her ne kadar ebeveynlerinin bir davete
gidip onları akşam yalnız bırakmalarından hoşlansalar da, küçükler için durum
tersidir. Bizler, dört, beş ve altı yaştaki kardeşler, büyüklerimizin akşama bir
davet için çıkacaklarını sezdiğimizde, mızmızlanıp koro halinde ağlamaya
koyulurduk. Bunun üzerine anne ve babamız, aksilik çıkarmamamız için akşam
sokağa çıkma projelerini birbirlerine Almanca söylemeye başlamışlardı; böylece
çocukları yatırıp uyuttuktan sonra fırtına esmeden evden ayrılabiliyorlardı.
Fakat aradan bir müddet geçtikten sonra, öyle bir gün geldi
ki, konuşulan yabancı kelimeler arasında “Kind, kinder-frau” (Çocuk, dadı)
duyduğumuzda “Akşam yine kulübe gideceksiniz ve bizi dadıya bırakacaksınız
değil mi!” teraneleriyle tüm kardeşler, yan yana dizilerek hep bir ağızdan koro
halinde ağlamaya başlar, protesto eylemleri düzenlerdik.
Büyüklerimize karşı gücümüzü ve kardeşler arası dayanışmamızı
bu şekilde ispat etmiş oluyorduk.
ADALET
Mehmetçik Sokağı’nda bulunan evlerde oturan çocukların toplantı
yeri, trafiği az olan Bahçelerönü veya Kanarya sokaklarıydı. Kayadelen kardeşler,
Taranto kardeşler, İsrafilof kardeşler, Yafe kardeşler, Güngör kardeşler, Çikvaşvili
kardeşler, Azrak kardeşler, Benardeteler ve bizler genellikle orada buluşur, küçük
kardeşlerimize yürümeyi orada öğretir, orada oyunlar oynar, orada bisiklete biner,
orada kavga eder, orada yaralanır ve oradan ağlaya sızlaya eve dönerdik.
Biz kardeşler, kış mevsimi boyunca okul dönüşlerinde odalarımıza
çekildiğimizden, sayfiyede görüştüğümüz kadar birbirimize yakın değildik. Adada
ise gün boyu beraberdik ve sık sık münakaşa ederdik. Sebep yokken dahi dövüş egzersizi
yapan aslan yavruları gibi birbirimize sataşırdık. “Odaya son sen girdin, kapıyı
sen kapat,” “Masayı sarstın, silgim yere düştü, sen topla,” “Mayıs böceğimi kaçırttın,
bana yenisini bul getir,” gibi münakaşalar bazen kavgaya kadar giderdi. Bunlar olağan
egzersizlerimizdi. Tatlıya bağlanan bu yapay anlaşmazlıklar, günlük jimnastiğimizden
sayılırdı.
Büyükada’da geçirdiğimiz bu renkli ve ahenkli birliktelik
günleri her birimizin özel kabiliyet ve hobimizi açığa çıkarmaya fırsat
bulduğumuz zamanlardı. Ablam Rita resim çizer, çok güzel şarkı söyler, yabancı dil
öğrenir ve herkesle kolaylıkla dostluklar kurardı. Benden küçük Nenet, dikiş-nakış
işlerine meraklıydı. Duyduğu sosyete haberleriyle yakından ilgilenir, tasvip
etmediği bir şeyi dobra dobra karşındakine söyler ve arkadaş olarak özellikle seçtiği
‘sosyetik’ kişilere itibar ederdi. Annem de çok kere: “Ne soyez pas snobe” (Snob
olmayın) derdi; “Snobizm, sizinle görüşmek istemeyen kişilerle görüşmek
arzusudur, sizinle görüşmek isteyenlerle yetinin,” diyerek çocuklarını
alçakgönüllü olmaya davet ederdi.
Ben, alışverişler dışında oyuncak ve maket yapan, bahçe ve
onarım işleriyle uğraşıp sıklıkla çekiç veya törpü sesi üreten, içe kapanık bir
çocuktum. Benden altı yaş küçük Musa, daha altı-yedi yaşlarındayken kemanına sarılmış
sanatkâr ruhlu her şeyi oluruna bırakan bir çocuktu. On bir sene benden genç ve
en küçüğümüz Yılmaz ise tornavidasını ve mekano oyununun parçacıklarını elinden
düşürmeyen, onlardan uzak duramayan, rasyonel düşünceye sahip sessiz ve sakin tabiatlı
‘kazandibi’ kardeşimizdi.
Yaptığım onarımlardan dolayı ailede yerleşmiş genel bir kanıya
göre evde duyulan tüm patırtı ve gürültülerin sebebi benmişim. Kız kardeşlerim
aralarında yüksek sesle münakaşa ettiklerinde dahi onları azarlamaya gelen büyüklerimize,
çok defa o anda masum olan beni suçlu olarak gösterirlerdi. Zavallı ben, afallayıp
sinirlenmekten kendimi savunamazken, onlar her daim benden baskın çıkar, azarı yine
ben işitirdim.
Böyle durumlarda gece uykum tutmadığından, sessizce odalarına
girer, iki elimle aynı anda ikisinden de birer tutam saçı avuçlarımda kavrayarak
aniden çeker ve “Oh olsun, şimdi adalet yerini buldu,” dedikten sonra huzurla yatağıma
dönerdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder