1970’lerden sonra ana karadan yüzen tankerlerle ve 1990’lardan
sonra da deniz altında döşenen borularla adalara su getirilene dek, Büyükada her
zaman su sıkıntısı çekmişti.
İçme suyu da ayrı bir sorundu. Hele yaz günlerinde, altından
da değerliydi. Tabii memba suları Anadolu yakasından, her tarafı yassı ve
yumuşak kavak ağacından yontulmuş şeritlerle örülen kocaman cam damacanalarda,
mavnalar vasıtasıyla Adaya taşınırdı ve Çarşı Caddesi’ne yakın yük iskelesine
indirilirdi. Oradan da at arabalarıyla evlere dağıtılırdı. Arabacının eve getirdiği
damacanadaki su, mutfağın bir köşesinde bulunan üstü tülbentle örtülü tinajalara (küplere) doldurularak muhafaza
edilir ve oradan bir maşrapayla çekilip sürahilere doldurulurdu.
Bazı zengin evlerde, müthiş bir buluşmuş gibi ve fiyaka ile
gösterilen, İngiltere menşeli, seramikten imal edilmiş su filtreleri vardı.
Bunların çoğu bir çini sobası büyüklüğünde, gösterişli, renkli, kabartma
motifli veya desenli olup, çok ağır olduklarından dolayı taşınmaları zor ve
kırılgandılar. Esas mahzurlarıysa, zamanla tıkanmaları ve bazı mikroplara karşı
emniyetli olmamalarıydı.
Uzun bir müddet yağmur yağmadığında, kuyular kurur, sarnıç
suyu dahi bitmiş olurdu. Böyle günlerde evdeki içme suyu el-yüz yıkamaya kullanılsa
da, hamam ihtiyacını karşılayamazdı ve hamama gidilirdi.
Annemle birçok kere ‘kadınlar saatinde hamama gitmişliğim olmuştur.
Ada’mızın sükseli hamamı, telefon santrali köşesinden aşağıya inen Aydoğdu Yokuşu’nun
sağında idi. Çankaya kavşağından sonra Kadıyoran Yokuşu’nu devamla Aydoğdu kavşağına
henüz varmadan, yanık odunun tatlı bir is tadı damağa yapışırdı. Biraz sonra keskin
bir yanık kokusu etrafı kaplardı. Lodoslu günlerde ise, daha yokuşun başındayken
dumandan dolayı göz gözü göremezdi.
Hamamın kapısından içeri girerken, buharla karışık mis gibi nefis
bir sabun kokusu şenlendirirdi etrafı. 1950’lerden sonra sayın sanayicilerimizin yaydıkları, “Yüzünüz çamaşır
değildir” sloganı, bu tür kokulu Ayvalık sabunundan soğuttu birçoğumuzu. Ben halen
Ege yöresi gezilerimde, halis zeytin yağından yapılmış ‘beyaz kalıp’ sabunlarından
satın alır ve her kullandığımda, kokulu buharını, ısrarla ciğerlerimin tamamını
dolduracak şekilde içime çekerken, annemin kokusunu alır, çocukken Büyükada’daki
kadınlar hamamının sıcacık buharlı, sisli ve bol köpüklü ortamında bu kadar çıplak
hatun arasında koşuşmakta olduğum sahneleri gözümün önünde canlandırırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder