25 Ağustos 2013 Pazar

12 - SEVGİLİ ADAMIZ, BİR İÇİM KURU SU




1970’lerden sonra ana karadan yüzen tankerlerle ve 1990’lardan sonra da deniz altında döşenen borularla adalara su getirilene dek, Büyükada her zaman su sıkıntısı çekmişti.

İçme suyu da ayrı bir sorundu. Hele yaz günlerinde, altından da değerliydi. Tabii memba suları Anadolu yakasından, her tarafı yassı ve yumuşak kavak ağacından yontulmuş şeritlerle örülen kocaman cam damacanalarda, mavnalar vasıtasıyla Adaya taşınırdı ve Çarşı Caddesi’ne yakın yük iskelesine indirilirdi. Oradan da at arabalarıyla evlere dağıtılırdı. Arabacının eve getirdiği damacanadaki su, mutfağın bir köşesinde bulunan üstü tülbentle örtülü tinajalara (küplere) doldurularak muhafaza edilir ve oradan bir maşrapayla çekilip sürahilere doldurulurdu.

Bazı zengin evlerde, müthiş bir buluşmuş gibi ve fiyaka ile gösterilen, İngiltere menşeli, seramikten imal edilmiş su filtreleri vardı. Bunların çoğu bir çini sobası büyüklüğünde, gösterişli, renkli, kabartma motifli veya desenli olup, çok ağır olduklarından dolayı taşınmaları zor ve kırılgandılar. Esas mahzurlarıysa, zamanla tıkanmaları ve bazı mikroplara karşı emniyetli olmamalarıydı.

Uzun bir müddet yağmur yağmadığında, kuyular kurur, sarnıç suyu dahi bitmiş olurdu. Böyle günlerde evdeki içme suyu el-yüz yıkamaya kullanılsa da, hamam ihtiyacını karşılayamazdı ve hamama gidilirdi.

Annemle birçok kere ‘kadınlar saatinde hamama gitmişliğim olmuştur. Ada’mızın sükseli hamamı, telefon santrali köşesinden aşağıya inen Aydoğdu Yokuşu’nun sağında idi. Çankaya kavşağından sonra Kadıyoran Yokuşu’nu devamla Aydoğdu kavşağına henüz varmadan, yanık odunun tatlı bir is tadı damağa yapışırdı. Biraz sonra keskin bir yanık kokusu etrafı kaplardı. Lodoslu günlerde ise, daha yokuşun başındayken dumandan dolayı göz gözü göremezdi.


Hamamın kapısından içeri girerken, buharla karışık mis gibi nefis bir sabun kokusu şenlendirirdi etrafı. 1950’lerden sonra  sayın sanayicilerimizin yaydıkları, “Yüzünüz çamaşır değildir” sloganı, bu tür kokulu Ayvalık sabunundan soğuttu birçoğumuzu. Ben halen Ege yöresi gezilerimde, halis zeytin yağından yapılmış ‘beyaz kalıp’ sabunlarından satın alır ve her kullandığımda, kokulu buharını, ısrarla ciğerlerimin tamamını dolduracak şekilde içime çekerken, annemin kokusunu alır, çocukken Büyükada’daki kadınlar hamamının sıcacık buharlı, sisli ve bol köpüklü ortamında bu kadar çıplak hatun arasında koşuşmakta olduğum sahneleri gözümün önünde canlandırırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder