23 Ağustos 2013 Cuma

11- Ev işleri...







Belediyenin, henüz su şebekesi döşemediği devirde her bir ada evi, su ihtiyacını kendi karşılamaya mecburdu. Bunun için her binanın altında veya bahçesinde kuyular bulunurdu. Ayrıca damlardan toplanan yağmur suları, çatı derelerinden itibaren binanın altına inen bir boruyla bir sarnıca akıtılır ve oradan çekilip kullanılırdı. Kuru geçen birkaç günden sonra yağan ilk yağmur suyu, damdaki birikmiş toz ve kuş pisliğini temizlemesi için bir müddet bahçeye akıtılır, sonra da bir kapağı kapatıp diğerini açmak suretiyle, temiz olarak sarnıca yönlendirilirdi. Bu kapak değiştirme işi, bana verilmişti.

‘Saka’ diye anılan seyyar sucu esnafı, omzunda taşıdığı bir sırığın iki ucuna astığı yirmişer litrelik tenekelerle  ve sokakları dolaşarak su sattığı gibi, bir eşeğin veya yaşlı bir sütçü beygirinin çektiği iki tekerlekli bir şase üzerine monte edilmiş ve arka dibinde bir musluğu bulunan iki yüz litrelik galvaniz mazot bidonları ile su satanlar da vardı.

Bugünkü konforla kıyaslarsak, annelerimizin ev işleri, bilhassa adalarda çok zordu. Yemekler kömürle pişirilir, aksilik bu ya gelen kömür nemli çıkar, yanmaz; çoluk çocuk aş ister, çamaşır ister! Tulumbanın supap köselesi aşırı sıcaktan kurur, su basmaz; tesisatçılar kralı Sokrat Usta çağrılır. Ustanın günleri dolu! Ancak iki gün sonra gelecekmiş, o da gelirse!

Aksilik bu ya, saka, biraz evvel “Eyi suuuu” diye bağırarak evimizin önünden geçti, sabaha kadar bir daha mahallemize uğramayacak! Akşam beyler işten dönecek, nasıl yıkanacaklar?

Mecburen sarnıç veya kuyulardan kovalarla su çekilir, maşrapalarla mutfaktaki ve banyodaki leğenlere, paylalara (çinkodan büyük teknelere) doldurulurdu. Böyle ağır iş gerektiren sıkıntılı susuz günlerde, tesisatçı Sokrat Usta krallığından da öte, hanımların taptığı bir ‘Su Tanrısı’ oluverirdi.

Bu zor şartlardan ötürü Adada ev işlerine yardımcı gerekliydi ve bunu çözecek tek güç, çoğu hanımların taptığı, büyük kurtarıcı: ‘Tanrıların Tanrısı’, ‘Kiryo Niyarkos’ idi. Niyarkos Efendi, İmbros’da (Gökçeada) yaşayan kadınlardan, bağcılıktan daha fazla para kazanmak veya dışa açılmak isteyenleri, eleman arayan ailelerin yanına aşçı, dada (dadı) veya mosa (ev işleri yardımcısı) olarak yerleştiren bir palikari (mert delikanlı) idi. Genellikle kopelyalar (genç kızlar) getirirdi. Adam, evimize her geldiğinde felaket içki kokmasına rağmen işini çok ciddi tuttuğundan, hem buradaki hem de oradaki ailelerin tahkikatını iyi yaptığından ve ihtiyaçlarını tam bildiğinden, her iki taraf da ona duacı olurdu.

Hiç unutmam, üç neslin aş-ev yükünü sırtında taşırken bir yandan da  beş çocuk yetiştiren annem, dadının iyisini seçmek için bir sabah yaz sıcağına rağmen üşenmeden, beni de yanına alarak Büyükada’dan kalkan yandan çarklı Neveser vapuruna binip İmbros’dan gelecek gemiyi karşılamak üzere Tophane rıhtımına gitmişti. Bizim gibi elemanın iyisini yerinde kapmak için gelen başkaları da vardı.

Bay Niyarkos, ardında dizili yarım düzine genç kız ile birlikte, kızgın öğle güneşine rağmen omzundan hiç bir zaman atmadığı kalın siyah ceketi, başından eksik etmediği fötr şapkası, yeleğinden sarkan, yürürken kasten salladığı iri altın saat kösteği ve bütün heybetiyle Aksu vapurunun iskelesinden ağır ağır inmiş, hiç konuşmadan, bir mafya babası gibi kaş göz hareketleriyle hepimizi arkasından sürükleyerek Mumhane Sokağı’ndaki salaş bir kahvehaneye götürmüş ve kopelya dağıtımını orada yapmıştı.

‘Tanrıların Tanrısı’ Kiryo Niyarkos evlere eleman temin ettiği gibi, Adadaki ve Tarabya koyundaki lokantaların ‘garson’ ihtiyacını da karşılardı. Akşamcılara “Amesos Pasam” (Derhal paşam) deyip buz gibi rakı ve iştah açıcı meze servisini yıldırım hızıyla koşarak yapan, müşterilerine bol ve boş laf yetiştiren, nüktedan ve iyi satış yapan girişimci palikari’leri de İmbros Adası’ndan getirtip çalıştırırdı.

On yıl kadar evvel, 2002’de Gökçeada’ya yaptığım bir gezide, çoktan vefat etmiş olan Bay Niyarkos’un orada halen saygıyla anıldığını gördüm. Yaşlı kişilerin anlattığına göre eleman yerleştirdiği o devirde İmbros Adası’nın birçok köyü onun sayesinde kalkınmış, çalıştırdığı kızlar kazandıkları parayla babalarına ev satın almış, drahoma (başlık parası) ödeyip evlenmiş, halk refaha kavuşmuştu. Büyükada ve İstanbul’da çalışmış olan bu kişilerin çocukları ise zamanla Yunanistan ve Amerika’ya göç etmiş olmalarına rağmen ada köylerindeki evlerini satmamışlar, kapalı tutuyorlar. Her sene Yortu (kutsal bayram) günlerinde ana topraklarındaki kilisede buluşmak üzere Gökçeada’ya geliyorlar.


Son yıllarda, bu eski vatandaşlarımızın evlatlarının, Paskalya haftasında Gökçeada’yı ziyaretlerini vekilisedeki ayinlerini televizyon ekranlarında izlemekteyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder