Belediyenin, henüz su şebekesi döşemediği devirde her bir ada
evi, su ihtiyacını kendi karşılamaya mecburdu. Bunun için her binanın altında
veya bahçesinde kuyular bulunurdu. Ayrıca damlardan toplanan yağmur suları, çatı
derelerinden itibaren binanın altına inen bir boruyla bir sarnıca akıtılır ve
oradan çekilip kullanılırdı. Kuru geçen birkaç günden sonra yağan ilk yağmur
suyu, damdaki birikmiş toz ve kuş pisliğini temizlemesi için bir müddet bahçeye
akıtılır, sonra da bir kapağı kapatıp diğerini açmak suretiyle, temiz olarak
sarnıca yönlendirilirdi. Bu kapak değiştirme işi, bana verilmişti.
‘Saka’ diye anılan seyyar sucu esnafı, omzunda taşıdığı bir
sırığın iki ucuna astığı yirmişer litrelik tenekelerle ve
sokakları dolaşarak su sattığı gibi, bir eşeğin veya yaşlı bir sütçü beygirinin
çektiği iki tekerlekli bir şase üzerine monte edilmiş ve arka dibinde bir
musluğu bulunan iki yüz litrelik galvaniz mazot bidonları ile su satanlar da
vardı.
Bugünkü konforla kıyaslarsak, annelerimizin ev işleri, bilhassa
adalarda çok zordu. Yemekler kömürle pişirilir, aksilik bu ya gelen kömür nemli
çıkar, yanmaz; çoluk çocuk aş ister, çamaşır ister! Tulumbanın supap köselesi aşırı
sıcaktan kurur, su basmaz; tesisatçılar kralı Sokrat Usta çağrılır. Ustanın günleri
dolu! Ancak iki gün sonra gelecekmiş, o da gelirse!
Aksilik bu ya, saka, biraz evvel “Eyi suuuu” diye bağırarak
evimizin önünden geçti, sabaha kadar bir daha mahallemize uğramayacak! Akşam beyler
işten dönecek, nasıl yıkanacaklar?
Mecburen sarnıç veya kuyulardan kovalarla su çekilir, maşrapalarla
mutfaktaki ve banyodaki leğenlere, paylalara
(çinkodan büyük teknelere) doldurulurdu. Böyle ağır iş gerektiren sıkıntılı susuz
günlerde, tesisatçı Sokrat Usta krallığından da öte, hanımların taptığı bir ‘Su
Tanrısı’ oluverirdi.
Bu zor şartlardan ötürü Adada ev işlerine yardımcı gerekliydi
ve bunu çözecek tek güç, çoğu hanımların taptığı, büyük kurtarıcı: ‘Tanrıların Tanrısı’,
‘Kiryo Niyarkos’ idi. Niyarkos Efendi, İmbros’da
(Gökçeada) yaşayan kadınlardan, bağcılıktan daha fazla para kazanmak veya dışa açılmak
isteyenleri, eleman arayan ailelerin yanına aşçı, dada (dadı) veya mosa (ev işleri yardımcısı)
olarak yerleştiren bir palikari (mert delikanlı) idi. Genellikle kopelyalar
(genç kızlar) getirirdi. Adam, evimize her geldiğinde felaket içki kokmasına rağmen
işini çok ciddi tuttuğundan, hem buradaki hem de oradaki ailelerin tahkikatını iyi
yaptığından ve ihtiyaçlarını tam bildiğinden, her iki taraf da ona duacı olurdu.
Hiç unutmam, üç neslin aş-ev yükünü sırtında taşırken bir
yandan da beş çocuk yetiştiren annem, dadının
iyisini seçmek için bir sabah yaz sıcağına rağmen üşenmeden, beni de yanına alarak
Büyükada’dan kalkan
yandan çarklı Neveser vapuruna binip İmbros’dan gelecek gemiyi karşılamak üzere
Tophane rıhtımına gitmişti. Bizim gibi elemanın iyisini yerinde kapmak için gelen
başkaları da vardı.
Bay Niyarkos, ardında dizili yarım düzine genç kız ile
birlikte, kızgın öğle güneşine rağmen omzundan hiç bir zaman atmadığı kalın
siyah ceketi, başından eksik etmediği fötr şapkası, yeleğinden sarkan, yürürken
kasten salladığı iri altın saat kösteği ve bütün heybetiyle Aksu vapurunun iskelesinden
ağır ağır inmiş, hiç konuşmadan, bir mafya babası gibi kaş göz hareketleriyle hepimizi
arkasından sürükleyerek Mumhane Sokağı’ndaki salaş bir kahvehaneye götürmüş ve kopelya
dağıtımını orada yapmıştı.
‘Tanrıların Tanrısı’ Kiryo Niyarkos evlere eleman temin ettiği
gibi, Adadaki ve Tarabya koyundaki lokantaların ‘garson’ ihtiyacını da karşılardı.
Akşamcılara “Amesos Pasam” (Derhal paşam)
deyip buz gibi rakı ve iştah açıcı meze servisini yıldırım hızıyla koşarak yapan,
müşterilerine bol ve boş laf yetiştiren, nüktedan ve iyi satış yapan girişimci palikari’leri
de İmbros Adası’ndan getirtip çalıştırırdı.
On yıl kadar evvel, 2002’de Gökçeada’ya yaptığım bir gezide,
çoktan vefat etmiş olan Bay Niyarkos’un orada halen saygıyla anıldığını gördüm.
Yaşlı kişilerin anlattığına göre eleman yerleştirdiği o devirde İmbros Adası’nın
birçok köyü onun sayesinde kalkınmış, çalıştırdığı kızlar kazandıkları parayla babalarına
ev satın almış, drahoma (başlık parası) ödeyip evlenmiş, halk refaha kavuşmuştu.
Büyükada ve İstanbul’da çalışmış olan bu kişilerin çocukları ise zamanla Yunanistan
ve Amerika’ya göç etmiş olmalarına rağmen ada köylerindeki evlerini satmamışlar,
kapalı tutuyorlar. Her sene Yortu (kutsal
bayram) günlerinde ana topraklarındaki kilisede buluşmak üzere Gökçeada’ya geliyorlar.
Son yıllarda, bu eski vatandaşlarımızın evlatlarının, Paskalya haftasında Gökçeada’yı
ziyaretlerini vekilisedeki ayinlerini televizyon ekranlarında izlemekteyiz.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder